Görüşler, Karşı Görüşler ve Öneriler (5)
Mustafa Nevruz SINACI
Bu noktaya kadar, başkalarının hakkımızda söylediklerini biraz açarak, açıklayarak, mukayeseler yaparak, günümüzde yaşayan Türk vatandaşının dikkatine sunmaya çalıştım. “Bundan böyle”, aklımın erdiğince, daha derinlere dalarak, kitap ve belgelerden yararlanarak ve tarihten misaller getirerek, yaşadığım örneklerle karşılaştırmak suretiyle, bu konuda Sayın Sınacı’nın çabalarına, karınca kararınca da olsa, katkıda bulunmak istiyorum. Sayın Sınacı, dilerim, makalenizde ele aldığınız “söylenenler” ile tarafımdan eklenenler, özgün çalışmanıza değer, içerik ve renk katar, tekrar yayınlanır, yazdıklarınızın daha büyük bir önem atfedilerek değerlendirilmesine vesile olur.
Müsaadenizle, bildiğim ve burada yer almasında yararlı gördüğüm katkılarımı “BİZ TÜRKLER” betimlemesi ile tarafınızca nakledilen (bundan sonraki) her söz, vecizenin altına (gerektikçe açıklamalar yaparak) eklemek istiyorum:
“Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi evirip -çevirip bozarlar. (Câhiz -Arap Bilgini)
BİZ TÜRKLER: Namuslu, Dürüst, İlkeli, Onurlu, Erdemli, İmanlı, Şuurlu-Bilinçli ve Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne, ırzına, namusuna, canına göz dikmezdik. Asla ve kesinlikle kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik… Şimdi ne oldu bize ki; Eskiden sadece Galata Rumları ve sair gayrimüslimlerin iştigal ettikleri insanlık dışı eylem ve söylemlere tenezzül ve tevessül edebilecek derece alçalan ve küçülen “aşağılık ve düşük varlıklar” da üreyip, türeyebiliyor.
“Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur.”
*Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)
BİZ TÜRKLER : Her Şeye Rağmen Temiz, Yüksek Ahlaklı, Faziletli ve Dürüsttük: Bir zamanlar Londra Ticaret Odası’nın en gözde ve görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: “Türklerle alışveriş et, ticaret yap, yanılmaz ve aldanmazsın.” Ya şimdi !…
“Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç getirirler.”
*Comenius (Çek Bilgini)
BİZ TÜRKLER: Dünyada Çok Muteber Bir Millet İdik. İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası’nın toplantılarında oyların eşit çıkması halinde, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. Lütfen hatırlayınız. Atatürk’ de Türk tacirini; Halkın refah ve saadetine vesile olan, namuslu ve dürüst sermaye sahipleri olarak nitelemiştir.
“Türklerin biricik sevdikleri şey hak, hukuk, adalet ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.”(William Pitt-İng.Devlet Adamı)
Demek ki; “Hak, hukuk, adalet ve hakikate hürmetkâr olmayan”, kanun ve kurallara uymayan ve uymamakta direnen vatandaşlarımızın Türklüğünü sorgulamak durumundayız. Zira, William Pitt tarafından hakkımızda söylenen bu söz olağanüstü önemli. Neden derseniz, şöyle cevap vereyim: Medeni millet; Hak, hukuk, adalet ve hakikate uygun “doğru ve dürüst” yaşayan, bencil değil sencil, birbirini seven ve bütün boyutları ile saygın milletlerdir. Bu insan topluluklarının idare şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyet bir “FAZİLET REJİMİDİR” Faziletli olmayan milletler cumhuriyeti idame ettiremez ve demokrasiyi anlayamaz ve uygulayamazlar.
BİZ TÜRKLER: Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa’ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı söyle eleştiriyor: “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.”
“Türk, dünya da Heredot’tan, Tevrat’tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı kadim Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.” (Ünlü Tarihçi- Hammer)
BİZ TÜRKLER: Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez. Bizim ahlâk anlayışımızın temelini şu üç ana kural belirler: 1)Ruh temizliği, 2)Beden-vücut temizliği, 3)Çevre temizliği. Bu nedenle Türk, ahlâken yüksek ve bütün dünyaya örnektir. Bu özelliğimizi tez elden yeniden kazanmalıyız.
Ayrıca; Kırmızıda mutlaka durmalı, durmayanları nezaketle uyarmalı; Her türlü yanlış, iş, davranış ve haksızlıktan kaçınarak, bir başka deyişle, hukuka, insana ve insan haklarına saygılı olmalı; Saygılı olmayanlara karşı etkin bir mücadele vermeli; İçimizdeki “Bencillik Canavarı” (egoizm) ile savaşarak, Atatürk’ün, “ÇALIŞMANIN EN YÜCESİ ULUS İÇİN OLANIDIR” sözünü ilke edinerek yaşamalıyız.
“Türkler kahramandırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.” (Comenius -Çek Bilgini)
Günümüzde, dünyada bozulan dengeleri düzeltmek, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel dejenerasyonu önlemek, giderek hız kazanan yozlaşma ve çürümeyi durdurmak suretiyle yer yüzünü ‘muhtemel bir felâketten önce’ imar ve tamir etmek; Sadece ve ancak böyle bir Türk Milleti ile mümkün olur. Büyük Atatürk’ün ilkeleri ve Türk İnkılâbı bu yolda bir ışıktır. Şimdi yapılacak tek şey: Işığa yönelmek, ışığa yürümek ve Türk İnkılâbının ışığı ile aydınlanmaktır.
BİZ TÜRKLER: Harama el sürmez ve asla yalan söylemezdik;: Fransız müellifi Motray, 1700’lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: “Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek bir meteliğim bile kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu’ndaki ikametgâhıma kadar gelmişler ve paramı (unuttuklarımı) iade etmişlerdir.
“Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.” (Kayzerling)
BİZ TÜRKLER: Tarih Boyunca Daima Medeni idik: İngiliz sefiri Sor James Porter ise, 1740’ların Türkiye’si için şunları söylüyor: “Gerek İstanbul’da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde, hatta her neresi olursa olsun Türkiye’nin her yerinde hüküm suren emniyet, güvenlik ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır.”
AJAN BORSASI,
HAKİRLER, HAKİKAT VE 301 (1)
Mustafa Nevruz SINACI
Öncelikle şunu çok iyi bilmek ve hafızalara mutlaka kazımak gerek. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve aziz Türk milleti ile el ve gönül birliği içinde kurtarıcısı, “Türk demek ne demektir” sorusunun cevabını şöyle açıklamakta ve bütün dünyaya ilân etmektedir: “Türk demek, Türk’çe düşünmek, Türk’çe konuşmak ve Türk’çe yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene.”
Kavimler ve kültürler tarihinin en önemli ve anlamlı vecizesi budur.
Kısacası, resmen taşınan kimlik ve milli mensubiyet ne ise kişilik de odur.
Diğer bir deyişle, “kimin ekmeği yeniyorsa, illâ onun kılıcı çekilir”. Hani, ABD anayasasının nihai bir hükmü olduğu söylenir. “Ya Amerika’yı seveceksin, ya da terk edip gideceksin” diye… Başta AB ülkeleri olmak üzere bu, bütün devletler için aynıdır.
Kısaca : “Ya sev, ya terk et”
Türkiye hariç… Türkiye tarih boyunca kimseye böyle demedi.
Bu adeta bir, 1750-1900 dönemi Osmanlı geleneğidir.
Yani, sabır, tahammül ve hoşgörü. Başımıza belâ olan faktörler.
Türk’ün ekmeğinden ye, suyundan iç, domuz gibi beslen, sömür ve ihanet et..
Yağma yok. Türkiye’de yaşayacaksın. Dünyanın hiçbir yerinde görmediğin ilgi ve saygıyı göreceksin. Hür olacaksın. Sana insanca muamele edecekler. Her konuda eşit ve adil davranacaklar. Ticaretle iştigal ettiğin taktirde zengin ve mutlu, siyaset yaptığında ise, milletvekili, bakan, başbakan, hattâ Cumhurbaşkanı bile olacaksın. Bürokraside “ilim, kıdem, ehliyet ve liyakat kavramlarını çiğneyip” jet hızıyla tepelere çıkacak ve olabildiğince yükseleceksin.
“Halka rağmen, halkı idare etmeye” kalkışacaksın.
Sana verilen yetkiyi, milli-ilmi, manevi ve kültürel değerleri yozlaştırmak, halkı yoksullaştırmak, buna mukabil dahili ve harici çıkar ortaklarını imar ve ihya etmek için alçakça kullanacak, ülkemde saltanat sürecek, fırsat bulunca da ihanet edeceksin !
Öyle bir devlet, öyle bir hürriyet ve adalet ki; Sadece ve yalnızca insani boyut ve bilgi toplumunu yaşayan “yüksek medeniyet sahibi” uluslarda rastlanabilir. Öyle ki, sen bu yüksek kültür ve medeniyet ortamında sadece namuslu, dürüst ve yasal alanlarda değil; Şer ve şeytani sektörlerde bile fütursuzca at oynatacaksın.
Mafya kuracaksın. Bölücü örgüt oluşturacaksın. Halkımın kanını emeceksin.
Yetmedi, kan emici kapitalizm ve küresel sermayeye yem edeceksin.
Ülkede yaşayan ve TC nüfus kâğıdı taşıyan her vatandaşın hakkı “Cumhuriyet mülkünü” kendi halkına değil, yabancıya peşkeş çekeceksin.
Kusura bakma yemezler. Buraya kadar vatandaş (!)…
Bu ülfet, muhabbet, engin hoşgörü ve derin müsamaha sâyesinde ülkemiz 1992’lerden sonra adeta bir “ajan borsası” haline döndü. SSCB’de işsiz kalan 3000 KGB ajanı Türkiye’ye, hemen ardından Alman ajan ve menfur işbirlikçileri dahil 40 bin kişi, bir o kadar Rum-Yunan, İsrail, İsveç, Norveç, Danimarkalı.. Varlık nedenleri ve kamuflaj biçimleri ise çok ilginç. Misyoner, tacir, elçilik görevlisi, danışman, uzatmalı turist, emlâk alan mukim, emekli bürokrat vs..
Bu ne iş !…
Türkiye Cumhuriyeti alenen tasallut ve takipte. Belki de tarihimizin en tehlikeli günlerini yaşamaya devam ediyor. Anadolu da bir söz vardır, kırılmış testinin hesabı sorulmaz diye, gerçi içinizden “ona öyle demezler peynir ekmek yemezler” diye bir düşünce geçse de, ben yinede ısrarla testi diyeceğim. Zira artık, testiyi kıran değil, kıracağını bile-bile yetkiyi veren (halk) dayak yiyor. Yetti artık !..
Ancak durum öyle bir noktaya dayandırıldı ki, milletin zihinlerine musallat olan şer odakları, her alanda taciz, tecavüz ve sindirme misyonu ile tahakküm ediyorlar.
Başta, gafillerin sevdası AB süreci, müktesebat, uyum programları, sindirme politikaları dahil, maksatlı ve maksatsız yayınlar içinde yapılan bu taciz, tecavüz, psikolojik harp, kahredici zulüm ve işkence zihinleri bulandırırken herkesi bezdirdi.…
Hatta iş öyle bir boyuta getirildi ki, birazda sulandırıldı.
Bir taraftan bu ajanlar (harici bedhahların uzantıları), diğer taraftan kapı kulu olmaya alışık, kimlik ve kişilik bunalımı yaşayan, dahili bedhah konumunda yer alan sabetaylar, masonlar, ateistler ve paganlar.
Mesele neymiş; 301 kalksın “Türk’e hakaret” suç olmaktan çıksın.
Cennetmekân Atatürk, şimdilerde unutturulan, müfredattan kaldırılan ve özenle hafızalardan silinen “Türk Tarih Tezi” nin gerekçesinde, batılı tarihçilere asla güvenilemeyeceğini, zira Türk tarihi konusunda dürüst olmadıklarını, fütursuzca yalan söylediklerini ileri sürer. Çok doğru. Bir de bu keferenin Türk’e küfür ve hakaret etmek alışkanlığı var. Alın ders kitaplarına bakın. İşte şimdi bu şeytani yönleri depreşiyor.
Kasıt, açık düşmanlık, ihanet ve ısrarla kırılan testilerin hesabı görülürken, asıl kaçırılan yine büyük balıklar oldu. Ortam hazırlama sürecinde vaki binlerce “faili malum” menşei meçhul cinayetler gibi, bunun da gerisi karanlık. Ardı arkası bozuk.
Elbette, canice bir cinayet asla tasvip edilemez. Lâkin, tefessüh etmiş, tek dişi kalmış canavar (AB) bir takım dahili bedhahları (gizli düşmanları) organize eder de, “Acaba, Ermeni miyim nedir?” veya “Ben de Ermeni’yim” diye infial ile malul bir takım halkı, beyinlerini iğfal edip sokaklara döker, önlerine daimi kemik attığı bazı köşe başı kirli-karanlık beyinleri (aydınlarını) kullanmak suretiyle çok biçimsiz bazı tartışmaları başlatırsa ve tartışmaların ardından, Türk milletine sinkaf ve ağır hakaretlere varan sözler sarf edilirse eğer… Ki, maalesef edilmiş, yasalar raflardan indirilmiş ve abuk sabuk, trajikomik hadiseler yaşanmıştır ne yazık…
Bu olayın ardından aklı selim insanlar sebep-sonuç ilişkilerine baktıklarında ise, her şeyi ayan bayan net olarak görmektedirler. Görünen şudur:
Perde…!, Evet perde. Bu kaçıncı kalleş perde?
Uzadıkça her bölümü can sıkan ve buram, buram ihanet kokan alçak oyun.
Aynı penceresinden baktığımızda sonuç olarak ortaya çıkan hadise alıştıra, alıştıra geliyoruz demekten başka bir şey değildir.
Amma lâkin GELEMEYECEKLER…
Fırtına öncesi alıştırma hareketlerinin belki de ilk perdesi bu.