Archive for the 'Türk' Category

Türk olmak

Mayıs 7, 2007

> ———- Forwarded message ———-
> From: YILMAZ OZTURK < tequila66679@gmail.com>
> Date: 01.Tem.2006 15:38
> Subject: Türk olmak
> To:
>
>  *     Türk olmak
>
>
>      Bugün size bana gönderilen bir mesaji hiç yorumsuz iletmek
> istiyorum..
>      Buyrun degerlendirin…
>
> “Iyi günler size önemli bir konuda yazacagim… Ben Beritanli
> Asiretine mensup bir gencim… Biz tam bir konar göçer Türkmen yörük asiretiyiz…
> her yönümüz yörük kültürüdür… bizlere dedemin de anlattigi gibi
> yillardir batili istihbarat örgütlerinin diger türkmen asiretlerine de
> yaptigi gibi kürtlük propagandasi sonucunda insanlarimizin önemli bir
> kismi kendini Türkten ayri birsey zannetmektedir… ayni sey
> Karakeçili Türkmenlerine de yapilmistir fakat insanlar tarihini
> arastirdikça Türklük gerçegi ile karsilasmistir… *
> **
> *     Şuan 3 arkadasiz… birimiz Karakeçili birimiz Badilli yani Begdili
> Türkmeni bende beritan Türkmeniyim… Karakeçili arkadasim sirf bunun
> için Kirikkale’ye ve Kütahya’ya gitti ve oradaki Karakeçililerle her
> seylerinin ayni oldugunu ve dokuduklari kilimlerin motiflerinin bile
> ayni oldugunu gördü… Söylenenlerin propaganda degil koskoca bir gerçek oldugunu gördü…
> Arastirdi ve Kayi boyuna mensup olduklarini ve Osmanlinin kurulusunda
> var olduklarini gördü… Ve gözümüzün önünde Türkçeden baska bir dil
> konusmayacagina yemin etti…
> *
> *     Badilli arkadasim Türk oldugunun zaten farkindaydi ama
> arastirmamisti… Arastirdiginda 24 Oguz boyunun oldugu ve onlarinda
> Begdili boyunun ta kendisi oldugu gerçegini gördü… Akrabalarinin
> soyadlarinin Beydili Beydilli Baydilli Baydil ve Badilli oldugunu
> zaten biliyordu… Bir an dogunun üzerinde nasil bir oyun oynandigini konusmaya basladik…
> *
> *     Türk olmamiza ragmen nasil Türkten ayri bir sey zannettirdiler bize
> diye düsündük… Ve o gün bizlerde Türkçeden baska bir dil konusmamaya
> yemin ettik… Ve haril haril Türk tarihi okumaya basladik… *
> **
> *     Kürt sözünün tarihte ilk defa Orta Asya’da Eleges yazitlarinda
> geçtigini ögrendik.. Alp Urungu Begleri idi ve öz be öz Türk idi…
> sonra düsündük Kürt ne demekti… Ilk defa farkettik ki konustugumuz
> Kürtçe dedigimiz dilde Kürt diye bir kelime yoktu… Bunu neden daha
> önce düsünmedigimize yandik.. Anlastigimiz dil ise Türkçe . Ben Zazaca
> konusuyorum hiç anlamiyolar… Onlar Kürtçe konusuyolar ben anlamiyorum…
> Anlastigimiz dil tabii ki Türkçe… Beritan sözünü arastirdim tamamen
> Türkçe bir kelime… Göçer göçebe anlaminda…Yörükleri arastirdim.
> Her seyimiz ayni…
> *
> *    Çok yasli dedelerimize danistim, çok önceleri yalnizca Türkçe
> konustugumuzu söyledi… Anladik ki bizler öz be öz Türküz… simdi
> ise yeminimizde oldugu gibi Türkçeden baska bir dil konusmuyoruz…
> Vatanimiza simsiki baglandik milli kimlige simsiki baglandik…
> Bekliyoruz ki vatansever gazeteciler üniversite hocalari bu konuyu ele
> alsinlar… Biz insanlarimizi uyariyoruz… Ve inanin insanlarimiz
> Türk olduklarini duymak istiyorlar…
> *
> *     Koskoca Avsar boyunu Kürt yaptilar… Ama onlar bunu yemiyorlar
> artik gençleri arastiriyorlar Avsarlarin Oguz Türkünün genis bir boyu
> oldugunu ögreniyorlar… Sizleri gazecilige davet ediyorum… neden
> gidip Türkan asiretinin üyeleriyle yaslilari ile röportaj
> yapmiyorsunuz neden kendine Kürt denmesinden hoslanmayan zaza
> dedeleriyle röportaj yapmiyorsunuz… Neden Karakeçili Türkmenleriyle
> röportajlar yapmiyorsunuz… Neden Kürt sözünün Türkçe oldugunu ve ilk
> defa Türk yazitlarinda geçtigini söylemiyorsunuz… Neden Hakkari’ye
> adini veren Türk asiretinden Saka Türklerinden Akari asiretiyle
> konusmuyorsunuz.. Neden Gur Türklerinin Asireti olan Guran Türklerini
> üniversite hocalarindan dinlemiyorsunuz… Fatihin hocasi Molla
> Gurani’nin asiretinin neden kendini Türk saymadigini
> arastirmiyorsunuz… Neden ayni asiretin Azerbaycan’daki kolu kendini
> Türk biliyorda Kürtçe tek kelime bilmiyorda Türkiye’deki kolu kendini Türkten ayri bir sey saniyor…
> *
> *     Arastirmak bir vatan görevidir…. Haksizlik karsisinda susan dilsiz
> seytandir demis Peygamberimiz…Bu arastirmalar terörü bitirir…
> Çünkü hepsi öz be öz Türk.. Kaynak bir sürü… Korktugunuzu aklima
> bile getirmek istemiyorum Inanmiyorum da…. Allah askina arastirmaya degmez mi?….
> Devletin dikkatini neden bu noktaya çekmiyorsunuz…lütfen.”
> *
> *Ben üzerime düseni yapmaya çalisacagim.. Simdi bu yaziyi karalamak
> isteyenler saldiracaklardir ama böyle yürekli çikislarin, ülkemize göz
> dikenlere en geçerli gözdagi oldugunu düsünüyorum..
> *
> *Iste budur..
> *
> *Ne Mutlu Türküm demenin bir önemli yolu da budur..
> *
> **
> *                                                    Behiç Kiliç
> *
> **
> *–
> http://s3.bitefight.net/c.php?uid=95602
>
> YILMAZ OZTURK
> +90532 5165377
> http://spaces.msn.com/members/tequila66679/

Sağlam iradeli Türk

Mayıs 7, 2007

Dear Mr Kocaoglu, 

I have read, understood and agree with what you have written below.  I am finding it more and more difficult in keeping up my determination and commitment in an effort to pursue our rights and advance the Turkish Cause.  The reason for that is the apathetic disposition of the vast majority of Turks in the Republic as well as around the world generally.  As an example of what I mean I have reproduced for you a posting on a Turkish Web Forum named Avustralya Turkleri Fikir Platforumu, I have also provided you with the web address for you to peruse at your convienence. 

I am getting really sick and tired of people that are apathetic and or procrastinate over issues without taking any real positive action.  It is all well and good to beat your chest, and talk rhetoric, and all the while the Armenians, Greeks, Kurds and everybody else are attacking Turks and
Turkey in a sustained, well organised, well funded manner.
 

Eventually I start to think why bother, the vast majority couldn’t care less why should I.  Then I go home to my three children and think that’s why.  When more Turks start thinking about their children and actually do something, we may advance our cause at a faster rate. 

Regards Ataman AtlasAtlas LegalIrwin ChambersLvl 3 /

16 Irwin Street


Perth, W.A 6000Phone:  (08) 9218 8024Fax:      (08) 9218 8027  

 

Avustralya Turkleri Fikir Platforumu 

 

http://www.network54.com/Forum/407087/ 

RE: Peter Costello’ya Tesekkur etmeliyiz…September 28 2006 at 10:36 AM Yalcin   (Login YalcinO) ——————————————————————————–Degerli ATFP, 

Costello’ya tesekkur mektubu gonderme girisiminizi esefle karsiliyorum. Kisisel cikar ve kaprisleri ugruna ulke genelinde son derece irkci ve bolucu korku tacirligi yapacak, cogumuzu kapsayan iki uyruklu vatandaslarin vatandaslik hakkini ihlale kalkisacak kadar alcalabilecek, ustune ustluk uluslararasi yasalar esasinda bir savas suclusu olabilecegi basbayagi savunulabilir olan bir sahsa, “Ataturk ve Modern Turkiye Cumhuriyeti” hakkindaki “guzel ve yuceltici sozler sarfetti” diye tesekkur etmek yerinde midir? Siz “Ataturk ve Modern Turkiye Cumhuriyeti”nin yuce olduguna inaniyorsaniz, bu tiplerin islerine geldigi icin (ki hemen yarin isine gelirse tersini de soyler) ovmesine ne ihtiyaciniz var? Bu size dair – ve toplumu ‘temsilen’ konustugunuza gore topluma dair – bir “ezik ve asagilik kompleksli” imaji yaratmaz mi? 

Gerek bu konu gerekse Ermeni olaylari konusunda SBS’e karsi verdiginiz “mucadele” son derece sig, ufku dar ve yapici yani sifir bir politik yaklasima isarettir. Koru korune resmi ideoloji borazanciligi yapmak, ancak ali, veli’nin “milli hislerini” oksar, toplumu oldugu noktadan daha ileriye goturmez. 

Fikir beyan etme hakkindan dolayi tesekkur ederim. 

Yalcin Oytam.yalchin@yahoo.com 

Saglam Iradeli (Istemli) Türk! 

Günümüzde biz Türklerin ilk önce saglam iradeli olmasi gerekiyor.“Irade” kelimesini onun icine kararlilik, sabır, yılmama, vazgecmeme,mücadelecilik, dogru sözlülük, ikna yetenegine sahip olma gibi bir cokögeyi de barindiracak sekilde oldukca genis anlamda kullaniyorum. 

Cünkü, bugün dünya yüzünde Türkiye ile baska Türk cumhuriyetleri veTürk topluluklari kadar büyük capta siyasi önyargilarla dislanmaya veyabir yana itilmeyle karsi karsiya kalan baska bir topluluk veya millet veyadevlet yoktur. 

Türkiye, baska Türk topluluklarina karsi yalnizca Avrupali devletler vetopluluklar degil, Asyali (Arap, Iranli, Cinli) devlet ve topluluklar da hepönyargilarla yaklasiyor ve tarihin eski dönemlerinden kalmis bir “Türk korkusu”nutekrar hortlatmaya calisiyorlar. 

Rönesans, Fransiz Devrimi, cumhuriyet, demokrasi, insan haklari gibi kendilerinibazi üstün degerlerin besigi saydiklari sözüm ona Avrupali devletler ve onlarininsanlari, isin icine Türkiye ve Türk insani girince, gözlerini bile kirpmadan Türkiyeve Türklere karsi tek yanli, kisisel, hosgörüsüz ve hic bir “uygurca” kurala sigmayandavranislar sergiliyorlar. 

“Düsünce özgürlügü” ve “insanlari islemedikleri ve henüz kanitlanmamis bir suclayargilamama” gibi yüce degerleri bir anda unutarak Türkiye’yi ve Türklerikaslarini kaldirarak “Ama, siz gecmisteki Ermeni soykirimi gibi bir sucu
kabul etmek
zorundasiniz!” dayatiyorlar! Avrupalinin bu kadar bagnaz, dar görüslü ve detamamen önyargili davranisini hangi “düsünce özgürlügü” ilkesiyle aciklamakmümkündür acaba? 

Cesitli Avrupa ülkelerinin parlamentolari nasil kalkarak baska bir devleti “siz bu sucuislediniz!” diye yargilayabilir? Bir ülkenin parlamentosu acaba baska devletleri yargilamayeri midir?  Ancak, söz konusu devlet Türkiye ise, Avrupa devlerinin bazi parlamentolaribu yargi hakkini kendi tekellerinde gibi görüyorlar.  Üstün insani degerleriyle her zamanövünen Fransizlar, kendi parlamentolarinda “Ermeni soykirimini red etme mahkumiyetnedenidir” diye bir karar cikarabiliyorlar ve cok sayida Fransiz tarihcisinin yakindakihakli itirazina önem vermeden bu karari düzeltmiyor veya degistirmiyorlar. Yalniz,sözde Ermeni konusu degil, Kibris konusunda Kibrisli Türklere karsi da Avrupalilarinsergiledigi cifte standart ve tek yanlilik gözler önünde degil mi? Kibris’in Yunan kesimiadanin birlesmesi konusundaki BMT kararina karsi ciktigi icin AB adayligiyla ödüllendiri-lirken, Türk kesimi ise, BMT kararini onaylamis olsa bile, cezalandiriliyor.  Yunan kesimiKibris Türk tarafina ambargo uygularken, Avrupa Parlamentosu kalkarak Türkiye’ye“Ama siz limanlarinizi Kibris Yunan kesimine aciniz!” diyebiliyor? 

Son bir hafta icinde Hollanda’da secim öncesinde iki ayri partideki Türk adaylar “Ermenisoykirimini sözlü veya yazili olarak
kabul etmedi!” gerekcesiyle kendi partilerindeki
adayliklari bir cirpida siliniyor!  Hollanda basini ise, “özgür basin” kavramini bir yanaiterek partilerin bu hari insani ve demokrasi disi cirkin davranisina destek cikarak,hatta “partiler aslinda bunu daha önceden adaylarini iyicene kontrol ederekbelirlemeleri gerekirdi!” diyebilecek bir gülünc düzeye düsebiliyor? 

Partisinin adayligindan silinen o Hollandali Türk’ün gazetedeki güzel yüzüne bakarken,aklimdan “bu Türk nasil da saglam iradeli bir insan!  Maruz kaldigi haksizlik ve insanlikdisi davranis karsisinda bile dik, magrur ve iradeli duruyor!” diye gecti.  Iste, bizTürklerin bu yüzden “saglam iradeli” olmasi gerekiyor.  Cünkü, bu haksizligi yalnizcaAvrupalilar Türkiye ve Türkiye Türklerine karsi yapmiyor, ayni haksizlik ve insanlikdisi davranislarini bir Arap, bir Iranli, bir Cinli, bir Rus da zaman zaman gösteriyor.Kerkük’teki Türkmenler, Kirim’daki Kirim Tatarlari, Afganistan’daki Özbek ve Türkmenler,Rusya’daki Tatarlar ve baska Türk boylari, Cin’deki Uygurlar ve baska Türk boylari,hepsi insanlik tarihinin cok az gördügü bir önyargi, tek yanlilik, baski ve iskencekarsisinda yasam savasi veriyorlar. 

Iste, bu yüzden dünyanin neresinde yasarsa yasasin, her bir Türkün saglam iradeliolmasi gerekiyor! Bu irade gücü Türklügün en az 4 bin yillik tarihinde zaten var… 

Timur Kocaoglu

“Türklük tartışmaları”na bir katkı daha…

Mayıs 7, 2007

“Türk Geni” Safsatası Ve Kültür Gerçeği
Dr. Doğu Perinçek

Hun Kağanı’nın Çin Kağanı’na mektubundan: “…26 ülke ile birlikte herkes mahvedildi, öldürüldü, istila edildi. Bu şekilde bütün bunlar, Hun oldular.” (MÖ 176)

Eğer “Türk geni” diye bir kabul varsa, hangi bilimsel verilere dayanacaktır? Diyelim Mao Tun, Bilge Kağan, Kaşgarlı Mahmut, Alparslan, Yunus Emre, Osman Gazi, Uluğ Bey, Karacaoğlan ve Atatürk’ün DNA’sını biliyoruz, bunlardan hangisi “Türk geni” olarak kabul edilecektir.

Orta Asya halkları, birbirlerini sürekli özümledikleri gibi, İranlı, Hintli, Tibetli, Çin’li, hatta Ortadoğu’dan ve Kafkaslar’dan gelen halklarla da sürekli  karıştılar ve kaynaştılar. Asya’nın hiçbir yerinde, Türk veya Çin veya Moğol veya Hintli veya İranlı adı verilebilecek bir gen saptanması mümkün değildir.

Türk, bir kökten çıkıp farklı kıtalara göç etmiş değildir; farklı kolların farklı kıtalarda buluşup kaynaşmalarıyla ortaya çıkmıştır. Orta Asya Türklerinin bir kesiminin kökenleri, Asya dışındadır; farklı kıtalardadır. Çok eski çağlardan beri Asya’dan Ortadoğu ve Avrupa’ya ve hatta Afrika’ya göç dalgaları olduğu gibi, Avrupa ve Ortadoğu’dan Asya içlerine doğru
göçlerin varlığı da kanıtlıdır.

Öyle efsanedeki gibi Nuh’un oğlu Yafes’e uzanan tek bir Türk soyağacı yoktur. Kavimleri, ağaca değil, fakat ırmağa benzetmek gerekir. O ırmağın içinde, yüzlerce ırmağın ve hatta binlerce derenin suyu birbirine karışmıştır ve o birbirine karışan suları, birbirinden ayrıştırmak da mümkün değildir.

Orta Asya’da zaten çok farklı kolların karışmasıyla oluşmuş bulunan Türk, Ortadoğu, Anadolu, Kafkas ve Balkan topraklarında bir kez daha çok farklı kavimlerden insanlarla karıştılar, onları özümlediler ve aynı zamanda onlara özümlendiler.

Fatih Sultan Mehmet mi daha Türktür, yoksa Oğuzların Avşar aşiretinden bir Yörük mü?

Sokollu Mehmet Paşa mı daha Türk’tür, yoksa Ilgaz dağlarındaki bir oduncu mu?


Mimar Sinan’ın Türklüğü ise, Selimiye Camisinin Ayasofya’dan daha geniş çaplı kubbesi kadar  büyüktür ve yine Selimiye’nin o zarif minareleri kadar güzellik içerir. Mimar Sinan, soysop araştırmaları denen safsatalara dayanarak Türk olmaktan ihraç edilecekse, Türk kimdir, o zaman Türk diye bir şey kalır mı?

“Türk geni”, Turfan’daki 5000 kilometrelik yeraltı kanalları ağıdır; Hun eğer kayışlarındaki hayvan motifleridir; Orhun Yazıtları, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat-it Türk’ü, Kutadgu Bilig, Yunus Emre, İpek Yolu’nun güvenliğini sağlayan büyük örgütlenme ve askerî güç, Uluğ Bey, Mimar Sinan, Namık Kemal, Mustafa Kemal Atatürk, Nâzım Hikmet’tir.

Biyolojik bir “Türk geni” yoktur. Ancak ille genden söz edeceksek, kültürel bir Türk geni vardır. Birincisi, imparatorluk kuruculuğu, ikincisi ticaret yolları üzerindeki egemenlik, üçüncüsü Türk dilinin gücü; Türklerin uygarlık mayası bu üç unsurdan oluşmuştur.

Batı güdümlü holding basını, Türkiye’de “Türk geninin yaygın olmadığı, küçük bir azınlık olduğu” türünden haberler yayınladı. Bu hurafe, yıldız falı veya “Güzin abla” köşelerinde yer alsaydı, hadi neyse denebilirdi, ancak manşetleri işgal etti.

“Genetik paleontolog” olduğu söylenen Dr. Spencer Wells’le yapılan görüşmeye dayanılarak üretilen bu safsatalar, Washington kaynaklıydı ve pazarlama işini de Milliyet’in ünlü Washington muhabiri Yasemin Çongar üstlenmişti.  


Türk geni nedir?
Önce bir soru: “Türk geni” nedir?

Dr. Spencer Wells, hangi bilimsel verilere dayanarak, “Türk geni”nden söz
etmektedir?
“Türk geni”, Hun Kağanı Mao Tun’un geni midir?
“Türk geni”, Göktürk Kağanı Bilge Kağan’ın geni midir?
“Türk geni”, Uygur Kağanı Bögü Kağan’ın geni midir?
“Türk geni”, Cengiz Han’ın geni midir?
“Türk geni”, Selçuk Bey’in, Alparslan’ın, Yunus Emre’nin, Ertuğrul Gazi veya
Osman Bey’in geni midir?
“Türk geni”, Yıldırım Beyazid’in, yoksa Timurlenk’in geni midir?
“Türk geni”, Atatürk’ün geni midir?

Bu isimlerden hiçbirinin geni veya DNA’sı bilinmiyor. O nedenle “Türk geni” olarak kabul edilecek bir ölçüt bulunmuyor. Birinci safsata veya uydurma işte buradadır.

İkincisi, eğer “Türk geni” veya DNA’sı diye bir kabul varsa, bu kabul hangi bilimsel verilere dayanacaktır? Diyelim Mao Tun, Bilge Kağan, Kaşgarlı Mahmut, Alparslan, Yunus Emre, Osman Gazi, Uluğ Bey, Karacaoğlan ve Atatürk’ün DNA’sını biliyoruz, bunlardan hangisi “Türk geni” olarak kabul edilecektir. Birisi Türk geninden olunca diğerleri haricî mi sayılacaktır?
İkinci, fakat en büyük safsata budur.


Orta Asya’da “Türk geni” var mıydı?
Şu “Türk geni” safsatasına Orta Asya’dan başlayalım. Orta Asya’da bir “Türk geni” var mıydı? Bu sorunun cevabını, Hun Kağanı’nın MÖ 176 yılında Çin Kağanı’na yazdığı mektupta buluyoruz:

“…26 ülke ile birlikte herkes mahvedildi, öldürüldü, istila edildi. Bu şekilde bütün bunlar, Hun oldular.”


Ünlü Türkçülerden Hüseyin Namık Orkun, Hun Kağanı’nın bu satırlarını şöyle yorumlamaktadır: “İşte bu açık ifadeden anlaşılmaktadır ki, istila edilen, itaat altına alınan kavim, hakim unsura iltihak eder ve onun adını alarak o kavmin tarihine karışır.” 

Hun Kağanı’nın yaklaşık 2200 yıl önce verdiği bilgiye göre, itaat altına alınan 26 ülkenin kavmi Hun olmuştur. Daha önce Hun olanlar, Hunlaştırılanlar buna dahil değildir. Hun soylularının mezarlarında (kurganlar) bulunan cesetler incelendiği zaman, Ariyen veya Mongoloid benzeri değişik kökenlere rastlanmaktadır. Hun soyluları arasında bile, bir Hun ırkı veya bir Hun geni yoktur. 

Sakalar (İskitler) Öntürk müydü, İraniyen miydi tartışması hâlâ sürüyor. Her iki taraf da haklıdır. Çünkü Sakalar, biraz Öntürktür, biraz da İraniyendir. Türkün kendisi, bu karışımı içermektedir.

Bilindiği gibi Orta Asya’da, Hun, Avar, Göktürk, Uygur, Türgiş, Kırgız, Oğuz kağanlıklarının vb hakimiyet dönemlerinde, aynı harmanlanma süreci,yüzyıllar, hatta binyıllar boyunca tekrar etti. Orta Asya’nın yerli halkları birbirlerini sürekli özümledikleri gibi, İranlı, Hintli, Tibetli, Çin’li,
hatta Ortadoğu’dan ve Kafkaslar’dan gelen halklarla da sürekli  karıştılar ve kaynaştılar. Orta Asya ve Asya’nın bütünü bir kavimler harmanıdır. Asya’nın hiçbir yerinde, Türk veya Çin veya Moğol veya Hintli veya İranlı adı verilebilecek bir gen saptanması mümkün değildir. Böyle bir gen veya DNA yoktur.

Dahası, Asya halkları içinde en çok özümleyen kavim, eğer Çinliler değilse Türklerdir. Türk adına bilindiği gibi, ilk kez Çin kaynaklarında 5. ve 6. yüzyıllarla ilgili olarak rastlanıyor. Yine Çin kaynakları, “Tucyu”ların, yani Türklerin Hunlardan geldiklerini belirtmektedirler. Hun üst başlığı
Avar döneminden sonra Türk üstbaşlığı oluyor. Farslar, Araplar ve Bizanslılar; Göktürklerin hakimiyeti altındaki bütün kavimlere Türk adını veriyorlar.

Üst başlıklar değişirken, o başlığın altındaki harmanlanma, yeni kavimlerin, yeni özümleme süreçlerinin devreye girmesiyle sürüp gidiyor. Ve en önemlisi, Orta Asya kavimleri uygarlık eşiğini genellikle Türkleşerek atlıyorlar. Örneğin Göktürk kağanlığını kuran Türk adını taşıyan Ashina boyunun Moğol kökenli olduğu birçok tarihçi tarafından belirtilmiştir. Demircilikleriyle
ünlü olan bu Ashinalar, tarih sahnesine Türkleşerek çıkmışlardır. Türkün adı bile onlardan geliyor; onlardan halis Türk olur mu?


Orta Asya Türklerinin, başta İran kavimleri olmak üzere, Soğdlar ve Toharlar gibi Ari halkları özümledikleri de biliniyor. Türk adı altında toplanan, Türkçe konuşan halklara baktığımız zaman Ariyenlere benzeyenlerden Moğol görünüşlülere kadar çok farklı fizik özelliklere rastlıyoruz. Ancak bunların hepsi Türktür.

Türkçenin kendisi gibi bitişgen dillerle akrabalığı yanında, Ari dillerle ilişkisi de çok derinlerdedir. Dil alışverişi, sözcüklerin ötesinde kural alışverişlerine kadar geniş boyutlardadır ve yapısaldır. Bu olgu, Türk kavminin köklerinin İsa’nın binlerce yıl öncesinden başlayarak faklı kıtalardan geldiğini gösterir. Türk, bir kökten çıkıp farklı kıtalara göç etmiş değildir; farklı kolların farklı kıtalarda buluşup kaynaşmalarıyla ortaya çıkmıştır.


Orta Asya’daki Türklerin yalnız  Orta Asya kökenli oldukları görüşü artık doğru değildir. Orta Asya Türklerinin bir kesiminin kökenleri, Asya dışındadır; farklı kıtalardadır. Çok eski çağlardan beri Asya’dan Ortadoğu ve Avrupa’ya ve hatta Afrika’ya göç dalgaları olduğu gibi, Avrupa ve
Ortadoğu’dan Asya içlerine doğru göçlerin varlığı da kanıtlıdır. Doğu Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın Türkçe gibi bitişgen dil konuşan Subarlar, Sumerler, Hurriler, Urartular gibi halklarının veya İtalya’daki Etrüsklerin kökenlerinin bir yerde Orta Asya Türkleriyle ve diğer bitişgen dil konuşan halklarla buluştuğu anlaşılmaktadır. Bu buluşma elbette her şeyden önce
dillerin buluşmasıdır; kültürlerin buluşmasıdır. Dil ve kültürler buluştuysa, bir yerde genler de buluşmuş demektir. Bütün bu bilgiler şunu kanıtlamaktadır: Öyle Nuh efsanesindeki gibi Nuh’un
oğlu Yafes’e uzanan tek bir Türk soyağacı yoktur. Ailelerin soykütükleri tek bir ağaca benzetilmiştir. Bu benzetme aileler için bile doğru değildir; çünkü yalnız erkeğe göre yapılmaktadır. Hele kavimler için böyle bir soyağacı gerçek dışıdır, safsatadır. Çünkü kavimler, yüzlerce ve hatta   binlerce kökün birbiriyle kaynaşmasıyla oluşmuştur. O nedenle kavimleri, ağaca değil, fakat ırmağa benzetmek gerekir. O ırmağın içinde, yüzlerce ırmağın ve hatta binlerce derenin suyu birbirine karışmıştır ve o birbirine karışan suları, tersine akıtarak birbirinden ayrıştırmak da mümkün değildir. Ancak o ırmağın geldiği dağları ve ovaları incelediğimiz zaman o binlerce kolu saptamamız mümkün olmaktadır.

Orta Asya’daki Türk kavmi de, Orta Asya, Ortadoğu ve Avrupa kökenli kolların birbirine karıştığı, birbirinin içinde eridiği bir ırmaktı.

Kafkaslar, Ortadoğu, Anadolu ve Balkanlar’da “Türk geni” var mı?
Bu karışma ve özümleme süreci, Türklerin Ortadoğu’ya 11. ve 13. yüzyıldaki son göç dalgalarından sonra da devam etti. Orta Asya’da zaten çok farklı kolların karışmasıyla oluşmuş bulunan Türk, bu kez Ortadoğu, Anadolu, Kafkas ve Balkan topraklarında bir kez daha çok farklı kavimlerden insanlarla karıştılar, onları özümlediler ve aynı zamanda onlara özümlendiler. Türkler
İran yaylalarından geçerken, kısmen Farslaştılar; “Horasan’lı” oldular; Farsları da kısmen Türkleştirdiler. Kaşgarlı Mahmut’un  yazdığı gibi, “Başsız börk, Farssız Türk olmaz.” sözü ordan geliyor. Anadolu’ya gelen herkes, Horasan’dan geldiğini söylüyor. Bu Horasan, ne kadar büyük coğrafya imiş!

Bu özümleme süreçlerinde Türkler, daha önce Orta Asya’dan bu coğrafyalara gelen halklarla bir kez daha buluştukları gibi, daha önce bu coğrafyalardan Orta Asya’ya gelmiş olan halkların oralarda kalmış amca ve teyze çocuklarıyla da buluşmuş oldular.

Ta Sumerlere uzanan Mezopotamya tarihini düşünelim; ta Subarlara, Mittanilere, Hurrilere, Urartulara uzanan Doğu Anadolu tarihini; Hattilere ve Hititlere uzanan Anadolu tarihini; Ege ve Trakya tarihini düşününüz; işte binyıllardır o köklerden gelerek birbiri içinde eriyen kuşaklar, 11.
yüzyılda Anadolu’ya gelen Türklerle kaynaşarak Türk olmuşlardır. Kaldı ki, 11. yüzyıldan önce de, bu coğrafyada Türklere akraba bitişgen dil konuşan kavimler oturmuşlardı; ayrıca Oğuzlar ve Peçenekler gibi bazı Türk boyları da, Bizans döneminde Anadolu topraklarına gelmişlerdi.

Anadolu’daki Türkleşme süreci açısından çok önemli bir olgu da, binlerce yıllık karışımın ürünü olan ve Rum diye anılan halkın, 11. yüzyıldaki Türk hakimiyetini yeğlemesidir. Türk hakimiyeti, Rum köylü ve zenaatkârını Bizans’ın ağır vergilerinden ve haydutların soygunlarından kurtarmış ve
ekonominin gelişceği bir barış ortamı kurmuştur. Bu nedenle Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetine karşı Rum isyanları olmadığı için, Rumlara karşı kırım da yapılmadı. İsyan eden de, kırılan da Oğuzdur, Türkmendir.  Öte yandan tarih kayıtlarında, eski yerli halkın Selçuklu ve Osmanlı topraklarından batıya doğru veya başka bir yönde göçüne de rastlanmıyor. Kafkaslar,
Ortadoğu ve Balkanlar arasında Kavimler Kapısı olan Anadolu’nun yerli halkının önemli bir kesiminin zaman içinde Türkleştiği ve Müslümanlaştığı açıktır. Evrenosoğulları, Mihaloğlulları gibi birçok Türk beylerinin eski Rum tekfurları olduğu biliniyor. Halkın Türkleşmesi, soyluların
Türkleşmesinden çok kolay ve yaygındır.


Bu Türkleşme olayı, Rus Çarlığı’nın yayılma ve Osmanlı’nın çöküş döneminde de milyonlarca insanı kucaklayan ölçülerde yaşanmıştır. Kafkas’lardan Anadolu’ya göçen Müslüman halklar ve Balkanlar’dan kaçan Pomak ve Boşnak gibi Müslüman halklar Anadolu’da Türkleşmişlerdir.  Türklerin Ortadoğu’da ve Anadolu’da Farslarla, Kürtlerle ve Araplarla kaynaşması da milyonlarca
insanı kucaklayan bir tarihsel süreçtir ve bugün bu kaynaşma büyük bir hızla devam etmektedir.

Biyolojik değil kültürel gen Yüzbinlerce biyolojik genin birbirine karıştığı bir gen haritası içinde,
hangisi “Türk geni”dir? Bu soruya biyolojinin verilerine göre cevap verebilecek bir babayiğit var mıdır? Tabii burada bilim adamları ile şarlatanlar arasında bir ayrım yapmak gerekiyor.

Bilim adamı ile şarlatan arasındaki ayrıma, kavim ve millet kavramlarının tanımlarında bir kez daha ihtiyaç duyuluyor. Yalnız milletler değil, kavimler de kanbağına ve ırka dayanmaz. Kabileler, çözülme süreçleri içinde, akrabalık bağına dayanan topluluklar özelliğini yitirmişlerdir.  Hele çok
sayıda kabilenin oluşturduğu kavimleri kanbağı ve ırkla açıklamak doğru değildir. Hem o farklı kabileler, farklı kollardan gelebilmektedir; hem de kabilelerdeki soy beraberliği artık bir dış görünüştür.  Dolayısıyla  tarihsel açıdan soybağıyla açıklanan kavimler, biyoloji açısından soybağıyla açıklanamaz. Toplumbilimi veya tarih, insanların kanaatlerine ve yargılarına
dayanarak böyle belirlemeler yapar. Ancak biyoloji, inanç, kanaat ve yargıları değil, gen veya DNA gibi maddî etkenleri veri almaktadır. Örneğin Alevi halkımız içinde Peygamber soyundan geldiğine inanılan o kadar çok Seyyit vardır ki, bunu biyolojik hesaplara göre açıklamak mümkün değildir.


Ancak bu soykütükleri, tarihsel-sosyolojik süreçlerde oluşan toplumsal kanaatlere, başka deyişle kamuoyuna göre geçerlidir.


Bütün bu nedenlerle biyoloji açısından bir “Türk geni” olmasa da, kültürel açıdan bir “Türk geni” vardır.


Nedir o kültürel “Türk geni”?
İsterseniz bu soruya, Türk kültürünün tarihin çeşitli aşamalarındaki ürünleriyle ve yaratıcılarının adlarıyla cevap verelim: Turfan havzasında 5000 kilometre boyundaki yeraltı su kanalları ağı (Karız), Hun eğer kayışlarındaki hayvan motifleri, Isık göldeki Altın Adam, Orhun Yazıtları,
Göktürk ve Türgiş paraları, Uygur basımı binlerce tomar kitap, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat-it Türk’ü, Kutadgu Bilig, Atabet-ül Hakayık, Yunus Emre, İpek Yolu’nun güvenliğini sağlayan büyük örgütlenme, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğuna kadar uzanan gelişmiş devlet ve ordu örgütlenmesi, Sipahi ve Yeniçeri Teşkilâtı, Uluğ Bey, Ali Şir Nevaî, Fuzulî. Mimar Sinan,
Sokollu Mehmet Paşa, Namık Kemal, Talat Paşa, Mustafa Kemal Atatürk, Nâzım Hikmet vb vb.

Eğer bir Türk geninden söz edilecekse, işte o Türk geni budur. Türk, kabile döneminde bir kültürün adıdır; feodalizme geçişten sonra ve millî demokratik devrimler döneminde de bir uygarlığın adıdır. 


Burada Sokollu Mehmet Paşa’yı ve Yeniçeri Teşkilatı’nı özellikle yazdım. Çünkü Türklük, yanlışlıkla ırkbağıyla açıklandığı için, ilerici olduğunu söyleyenler bile, analarının soyuna bakarak Osmanlı padişahlarının Türk olmadığın, farklı kavimsel köklerden gelen vezirlerin Türk sayılamayacağını, hatta Mimar Sinan’ın Türk kökenli olmadığını vb ileri sürebilmektedirler.
Bunlara göre, Orhan Bey’den sonra Bizanslı, Bulgar, Sırp, Pontuslu, Polonyalı, Yahudi, Venedikli, Rum, Rus vb kökenli annelerden doğdukları için, Osmanlı padişahlarının Türklüğü yüzde 2 oranına kadar düşmektedir.


Fatih Sultan Mehmet mi daha Türktür, yoksa Oğuzların Avşar aşiretinden bir Yörük mü?
Sokollu Mehmet Paşa mı daha Türktür, yoksa Ilgaz dağlarındaki bir oduncu mu?
Yıldırım Beyazid’in annesi Gülçiçek Hatun, bir zamanlar Bulgar Marya idi, doğru.

Fatih Sultan Mehmet’in annesi Hüma Hatun, bir zamanlar Sırp Despina  idi; doğru.

Sokollu Mehmet Paşa, Sırbistan’ın Sokol kasabasındandır; o da doğru.

Ancak kültürel açıdan bakarsanız, Yıldırım Beyazid ve Fatih Sultan Mehmet feodal bir Türk imparatorluğunun padişahlarıdır ve Sokollu Mehmet Paşa da o imparatorluğun büyük vezirlerindendir. Dolayısıyla her üçü de, 16. yüzyılda Toros dağlarında yaşayan sıradan bir Türkmen göçebesinden veya Kastamonu dağlarındaki Türk soylu bir çobandan daha az Türk sayılamazlar. Her üçü de, daha çocukluk çağlarından başlayarak, özel Lalalar tarafından ve
Osmanlı imparatorluğunun özel eğitim kurumlarında, Enderun’larda Türk feodal kültürüyle yetiştirilmiştir. Avrupalılara göre, onlar Türk padişahları ve vezirleriydi. Dünyadan bakarsanız, Türk dendiği zaman ilk akla gelenler onlardır ve onlar gibi Türk hakim güçlerinin diğer temsilcileridir.

Mimar Sinan’ın Türklüğü ise, Selimiye Camisinin Ayasofya’dan daha geniş çaplı kubbesi kadar  büyüktür ve yine Selimiye’nin o zarif minareleri kadar güzellik içerir. Mimar Sinan, soysop araştırmaları denen safsatalara dayanarak Türk olmaktan ihraç edilecekse, Türk kimdir, o zaman Türk diye bir şey kalır mı? Mimar Sinan, feodal çağın dünyasında, herkese göre, büyük bir
Türk mimarıydı.  


Viyana müzelerini gezdiğiniz zaman, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 1683 kuşatması sırasında yayınlanmış gazetelerin sayfalarını görürsünüz. O gazetelerde tepede bırakılmış uzun atkuyruğu saçları, palabıyıkları ve iri gözleriyle, karakalemle çizilmiş korkutucu Yeniçeri tasvirleri görürsünüz. Viyana gazetelerine göre, onlar Türk askeridir. Doğrusu da budur. Yeniçerilerin yeri, Türk kavminin imparatorluklar ve savaş tarihinin içindedir.

Hatanın kaynağı, Türk’ün ne olduğunu, Türk geni’nin ne olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor.

Milletler yenidir. Ancak kavimlerin tarihleri eskidir. Feodal dönemde de kuşkusuz bir Türk kavmi vardı ve o kavmi belirleyen de, ırksal değil, tarihsel köklerdi; kültürdü ve dildi. Kültür ise, esas olarak hakim kültürdür.

O ırkçı safsatalar, bugün Sabetaycılık benzeri psikolojik savaş kampanyalarıyla Türk adına ne varsa, hepsini ateş altına almıştır. Başta Büyük Devrimci önder Atatürk olmak üzere, 19. yüzyıldan bu yana Türk Devrimi’ni gerçekleştiren kim varsa,  bu ırkçı top atışlarının menzil alanı
içine konmuştur.  Türk Devrimi’nin önderi olan Atatürk’ten daha büyük Türk var mı? Türk Devrimi’nin önderi bile Türklük muayenesinden geçirilirse, Türk diye bir şey kalır mı?

Biyolojik bir “Türk geni” yoktur. Ancak ille genden söz edeceksek, kültürel bir Türk geni vardır. Biz o kültürel mirasa, “Türklerin uygarlık mayası” adını verdik. Bilim ve Ütopya dergisinin Mayıs 2005 tarihli 131. sayısında ve yeni çıkan Orta Asya Uygarlığı başlıklı kitabımın kitabının sonuç
bölümünde Türklerin Uygarlık Mayası’nı üç etkenle açıkladık:


1. İmparatorluk kuruculuğu.
2. Ticaret yolları üzerindeki egemenlik.
3. Türk dilinin gücü.

İşte Yakın Çağa kadar uzanan tarih içinde, “Türk geni” bu üç unsurdan oluşmuştur.

Türk milletini büyük yapan, temasa geldiği uygarlık mirasını özümleme, başka kavimleri yönetme, onları özümleme ve onlara özümlenme, sonuç olarak onlarla kaynaşma gücüdür.  Böyle bir millette her şey aranabilir, ancak biyolojik gen aranamaz.

“TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENENLER”

Mayıs 7, 2007

    Görüşler, Karşı Görüşler ve Öneriler  (5)

Mustafa Nevruz SINACI

                    Bu noktaya kadar, başkalarının hakkımızda söylediklerini biraz açarak, açıklayarak,  mukayeseler yaparak, günümüzde yaşayan Türk vatandaşının dikkatine sunmaya çalıştım. “Bundan böyle”, aklımın erdiğince, daha derinlere dalarak, kitap ve belgelerden yararlanarak ve tarihten misaller getirerek, yaşadığım örneklerle karşılaştırmak suretiyle, bu konuda Sayın Sınacı’nın çabalarına, karınca kararınca da olsa, katkıda bulunmak  istiyorum. Sayın Sınacı, dilerim, makalenizde ele aldığınız “söylenenler” ile tarafımdan eklenenler, özgün çalışmanıza değer, içerik ve renk katar, tekrar yayınlanır, yazdıklarınızın daha büyük bir önem atfedilerek değerlendirilmesine vesile olur.  

Müsaadenizle, bildiğim ve burada yer almasında yararlı gördüğüm katkılarımı “BİZ TÜRKLER” betimlemesi ile tarafınızca nakledilen (bundan sonraki) her söz, vecizenin altına (gerektikçe açıklamalar yaparak) eklemek istiyorum: 

“Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi evirip -çevirip bozarlar. (Câhiz -Arap Bilgini)

BİZ TÜRKLER: Namuslu, Dürüst, İlkeli, Onurlu, Erdemli, İmanlı, Şuurlu-Bilinçli ve Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne, ırzına, namusuna, canına göz dikmezdik. Asla ve kesinlikle kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik… Şimdi ne oldu bize ki; Eskiden sadece Galata Rumları ve sair gayrimüslimlerin iştigal ettikleri insanlık dışı eylem ve söylemlere tenezzül ve tevessül edebilecek derece alçalan ve küçülen “aşağılık ve düşük varlıklar” da üreyip, türeyebiliyor. 

“Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur.”
*Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)

BİZ TÜRKLER : Her Şeye Rağmen Temiz, Yüksek Ahlaklı, Faziletli ve Dürüsttük: Bir zamanlar Londra Ticaret Odası’nın en gözde ve görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: “Türklerle alışveriş et, ticaret yap, yanılmaz ve aldanmazsın.” Ya şimdi !…

“Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç getirirler.”
*Comenius (Çek Bilgini)

BİZ TÜRKLER: Dünyada Çok Muteber Bir Millet İdik. İtibarlıydık: Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası’nın toplantılarında oyların eşit çıkması halinde, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. Lütfen hatırlayınız. Atatürk’ de Türk tacirini; Halkın refah ve saadetine vesile olan, namuslu ve dürüst sermaye sahipleri olarak nitelemiştir. 

 “Türklerin biricik sevdikleri şey hak, hukuk, adalet ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.”(William Pitt-İng.Devlet Adamı)

Demek ki; “Hak, hukuk, adalet ve hakikate hürmetkâr olmayan”, kanun ve kurallara uymayan ve uymamakta direnen vatandaşlarımızın Türklüğünü sorgulamak durumundayız. Zira, William Pitt tarafından hakkımızda söylenen bu söz olağanüstü önemli. Neden derseniz, şöyle cevap vereyim: Medeni millet; Hak, hukuk, adalet ve hakikate uygun “doğru ve dürüst” yaşayan, bencil değil sencil, birbirini seven ve bütün boyutları ile saygın milletlerdir. Bu insan topluluklarının idare şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyet bir “FAZİLET REJİMİDİR” Faziletli olmayan milletler cumhuriyeti idame ettiremez ve demokrasiyi anlayamaz ve uygulayamazlar.

BİZ TÜRKLER: Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa’ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı söyle eleştiriyor: “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet  olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.”

“Türk, dünya da Heredot’tan, Tevrat’tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı kadim Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.” (Ünlü Tarihçi- Hammer)      

                     BİZ TÜRKLER: Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez. Bizim ahlâk anlayışımızın temelini şu üç ana kural belirler: 1)Ruh temizliği, 2)Beden-vücut temizliği, 3)Çevre temizliği. Bu nedenle Türk, ahlâken yüksek ve bütün dünyaya örnektir. Bu özelliğimizi tez elden yeniden kazanmalıyız.

Ayrıca; Kırmızıda mutlaka durmalı, durmayanları nezaketle uyarmalı; Her türlü yanlış, iş, davranış ve haksızlıktan kaçınarak, bir başka deyişle, hukuka, insana ve insan haklarına saygılı olmalı; Saygılı olmayanlara karşı etkin bir mücadele vermeli; İçimizdeki  “Bencillik  Canavarı” (egoizm) ile savaşarak, Atatürk’ün, “ÇALIŞMANIN EN YÜCESİ ULUS İÇİN OLANIDIR” sözünü ilke edinerek yaşamalıyız.

                 “Türkler kahramandırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.”  (Comenius -Çek Bilgini)

                 Günümüzde, dünyada bozulan dengeleri düzeltmek, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel dejenerasyonu önlemek, giderek hız kazanan yozlaşma ve çürümeyi durdurmak suretiyle yer yüzünü ‘muhtemel bir felâketten önce’ imar ve tamir etmek; Sadece ve ancak böyle bir Türk Milleti ile mümkün olur. Büyük Atatürk’ün ilkeleri ve Türk İnkılâbı bu yolda bir ışıktır. Şimdi yapılacak tek şey: Işığa yönelmek, ışığa yürümek ve Türk İnkılâbının ışığı ile aydınlanmaktır.  

BİZ TÜRKLER: Harama el sürmez ve asla yalan söylemezdik;: Fransız müellifi Motray, 1700’lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: “Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek bir meteliğim bile kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu’ndaki ikametgâhıma kadar gelmişler ve paramı (unuttuklarımı) iade etmişlerdir.

“Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.”  (Kayzerling)

BİZ TÜRKLER: Tarih Boyunca Daima Medeni idik: İngiliz sefiri Sor James Porter ise, 1740’ların Türkiye’si için şunları söylüyor: “Gerek İstanbul’da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde, hatta her neresi olursa olsun Türkiye’nin her yerinde hüküm suren emniyet, güvenlik ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır.”

 

                          AJAN BORSASI,

               HAKİRLER, HAKİKAT VE 301 (1)

                                           Mustafa Nevruz SINACI

            Öncelikle şunu çok iyi bilmek ve hafızalara mutlaka kazımak gerek. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve aziz Türk milleti ile el ve gönül birliği içinde kurtarıcısı, “Türk demek ne demektir” sorusunun cevabını şöyle açıklamakta ve bütün dünyaya ilân etmektedir: “Türk demek, Türk’çe düşünmek, Türk’çe konuşmak ve Türk’çe yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene.”

            Kavimler ve kültürler tarihinin en önemli ve anlamlı vecizesi budur.

            Kısacası, resmen taşınan kimlik ve milli mensubiyet ne ise kişilik de odur.

            Diğer bir deyişle, “kimin ekmeği yeniyorsa, illâ onun kılıcı çekilir”. Hani, ABD anayasasının nihai bir hükmü olduğu söylenir. “Ya Amerika’yı seveceksin, ya da terk edip gideceksin” diye… Başta AB ülkeleri olmak üzere bu, bütün devletler için aynıdır.

            Kısaca : “Ya sev, ya terk et”

            Türkiye hariç… Türkiye tarih boyunca kimseye böyle demedi.

Bu adeta bir, 1750-1900 dönemi Osmanlı geleneğidir.

Yani, sabır, tahammül ve hoşgörü. Başımıza belâ olan faktörler.

            Türk’ün ekmeğinden ye, suyundan iç, domuz gibi beslen, sömür ve ihanet et..

            Yağma yok. Türkiye’de yaşayacaksın. Dünyanın hiçbir yerinde görmediğin ilgi ve saygıyı göreceksin. Hür olacaksın. Sana insanca muamele edecekler. Her konuda eşit ve adil davranacaklar. Ticaretle iştigal ettiğin taktirde zengin ve mutlu, siyaset yaptığında ise, milletvekili, bakan, başbakan, hattâ Cumhurbaşkanı bile olacaksın. Bürokraside “ilim, kıdem, ehliyet ve liyakat kavramlarını çiğneyip” jet hızıyla tepelere çıkacak ve olabildiğince yükseleceksin.

            Halka rağmen, halkı idare etmeye” kalkışacaksın.

            Sana verilen yetkiyi, milli-ilmi, manevi ve kültürel değerleri yozlaştırmak, halkı yoksullaştırmak, buna mukabil dahili ve harici çıkar ortaklarını imar ve ihya etmek için alçakça kullanacak, ülkemde saltanat sürecek, fırsat bulunca da ihanet edeceksin !

            Öyle bir devlet, öyle bir hürriyet ve adalet ki; Sadece ve yalnızca insani boyut ve bilgi toplumunu yaşayan “yüksek medeniyet sahibi” uluslarda rastlanabilir. Öyle ki, sen bu yüksek kültür ve medeniyet ortamında sadece namuslu, dürüst ve yasal alanlarda değil; Şer ve şeytani sektörlerde bile fütursuzca at oynatacaksın.

            Mafya kuracaksın. Bölücü örgüt oluşturacaksın. Halkımın kanını emeceksin.

            Yetmedi, kan emici kapitalizm ve küresel sermayeye yem edeceksin.

            Ülkede yaşayan ve TC nüfus kâğıdı taşıyan her vatandaşın hakkı “Cumhuriyet mülkünü” kendi halkına değil, yabancıya peşkeş çekeceksin.  

            Kusura bakma yemezler. Buraya kadar vatandaş (!)…

Bu ülfet, muhabbet, engin hoşgörü ve derin müsamaha sâyesinde ülkemiz 1992’lerden sonra adeta bir “ajan borsası” haline döndü. SSCB’de işsiz kalan 3000 KGB ajanı Türkiye’ye, hemen ardından Alman ajan ve menfur işbirlikçileri dahil 40 bin kişi, bir o kadar Rum-Yunan, İsrail, İsveç, Norveç, Danimarkalı.. Varlık nedenleri ve kamuflaj biçimleri ise çok ilginç. Misyoner, tacir, elçilik görevlisi, danışman, uzatmalı turist, emlâk alan mukim, emekli bürokrat vs..

Bu ne iş !…

Türkiye Cumhuriyeti alenen tasallut ve takipte. Belki de tarihimizin en tehlikeli günlerini yaşamaya devam ediyor. Anadolu da  bir söz vardır, kırılmış testinin hesabı sorulmaz diye, gerçi içinizden “ona öyle demezler peynir ekmek yemezler” diye bir düşünce geçse de, ben yinede ısrarla testi diyeceğim. Zira artık, testiyi kıran değil, kıracağını bile-bile yetkiyi veren (halk) dayak yiyor. Yetti artık !..

            Ancak durum öyle bir noktaya dayandırıldı ki, milletin zihinlerine musallat olan şer odakları, her alanda taciz, tecavüz ve sindirme misyonu ile tahakküm ediyorlar.

Başta, gafillerin sevdası AB süreci, müktesebat, uyum programları, sindirme politikaları dahil, maksatlı ve maksatsız yayınlar içinde yapılan bu taciz, tecavüz, psikolojik harp, kahredici zulüm ve işkence zihinleri bulandırırken herkesi bezdirdi.…

Hatta iş öyle bir boyuta getirildi  ki, birazda sulandırıldı.

Bir taraftan bu ajanlar (harici bedhahların uzantıları), diğer taraftan kapı kulu olmaya alışık, kimlik ve kişilik bunalımı yaşayan, dahili bedhah konumunda yer alan sabetaylar, masonlar, ateistler ve paganlar.

        Mesele neymiş; 301 kalksın “Türk’e hakaret” suç olmaktan çıksın.

            Cennetmekân Atatürk, şimdilerde unutturulan, müfredattan kaldırılan ve özenle hafızalardan silinen “Türk Tarih Tezi” nin gerekçesinde, batılı tarihçilere asla güvenilemeyeceğini, zira Türk tarihi konusunda dürüst olmadıklarını, fütursuzca yalan söylediklerini ileri sürer. Çok doğru. Bir de bu keferenin Türk’e küfür ve hakaret etmek alışkanlığı var. Alın ders kitaplarına bakın. İşte şimdi bu şeytani yönleri depreşiyor.  

Kasıt, açık düşmanlık, ihanet ve ısrarla kırılan testilerin hesabı görülürken, asıl kaçırılan yine büyük balıklar oldu. Ortam hazırlama sürecinde vaki binlerce “faili malum” menşei meçhul cinayetler gibi, bunun da gerisi karanlık. Ardı arkası bozuk.  

Elbette, canice bir cinayet asla tasvip edilemez. Lâkin, tefessüh etmiş, tek dişi kalmış canavar (AB) bir takım dahili bedhahları (gizli düşmanları) organize eder de,    “Acaba, Ermeni miyim nedir?” veya “Ben de Ermeni’yim” diye infial ile malul bir takım halkı, beyinlerini iğfal edip sokaklara döker, önlerine daimi kemik attığı bazı köşe başı kirli-karanlık beyinleri (aydınlarını) kullanmak suretiyle çok biçimsiz bazı tartışmaları başlatırsa ve tartışmaların ardından, Türk milletine sinkaf ve ağır hakaretlere varan sözler sarf edilirse eğer… Ki, maalesef edilmiş, yasalar raflardan indirilmiş ve abuk sabuk, trajikomik hadiseler yaşanmıştır ne yazık…

Bu olayın ardından aklı selim insanlar sebep-sonuç ilişkilerine baktıklarında ise, her şeyi ayan bayan net olarak  görmektedirler. Görünen şudur:

Perde…!, Evet perde. Bu kaçıncı kalleş perde?

Uzadıkça her bölümü can sıkan ve buram, buram ihanet kokan alçak oyun.

        Aynı penceresinden baktığımızda sonuç olarak ortaya çıkan hadise alıştıra, alıştıra geliyoruz demekten başka bir şey değildir.

        Amma lâkin GELEMEYECEKLER…

        Fırtına  öncesi alıştırma hareketlerinin belki de ilk perdesi bu.

Çözülme

Mayıs 7, 2007

Bozkurt Şenler: ÇÖZÜLME…

Ankara Üniversitesi’nden sayın Prof. Dr. Ali Osman Solak’tan gelen iletiyi gönderiyorum. Çok etkileyici ve düşündürücü.

Hrant Dink’in cenaze töreninden etkilenen bir Türk anasının şehit eşine yazdığı mektubu
sunuyorum. Sizlerden beş dakika zaman ayırarak bu mektubu sonuna kadar
okumanızı rica ediyorum.

Bu Türk anası, ülkesinin birliği ve dirliği için sevgilisini kara toprağa verdi. Siz ise sadece beş dakikanızı verin lütfen.

Sevgilim…

Ölüm denen o yoğun, kör karanlığın kederini, kahredici yalnızlığını ancak ben gibi
ayrılıklara mahkum edilenler bilir…

Sen kahpe kurşunlarıyla son nefesini verdiğin gün ben de dilimi mühürledim… Baban “Vatan sağ olsun, bir evladım daha var, o da feda olsun” diye ağlarken, 7 aylık oğlunu “emanetin” diye kalan son gücümle sıkı sıkı sarmıştım da nedense ayaklarım beni taşımıyordu. İki yanımdan koluma girmişlerdi, o an kalabalık bana çok gelmişti..

Kim bilir kaç kişilerdi.. Kasaba halkının yarısı arkamızdan geliyordu.. En önde giden sen! Üstüne örtülmüş al bayrağımdan gözlerime kızıl miller çekiliyordu… Son kez telefonda duyduğum sesin beynimde yankılanıyordu. “Hepinizi çok özledim…”

Özledim…” “Özledim…”

Susmuştum….

Oğlan büyüdü artık, her geçen gün biraz daha sana benziyor… Resimlerden tanıdığı sana
özenerek saçlarını sen gibi tarıyor… O güldüğünde sanki sen gelip oturuyorsun
karşıma… İçim ılık ılık kanıyor ama ne o gün ne ondan sonra, her sabah uyandığım ıslak
yastığımı saymazsak, hiç ağlamadım.. Kavlimiz vardı unutmadım, “neden” diye hiç
sormadım, bir kahpe kurşunla yıkılmadım, rabbim verdi sabrını ne boyun büktüm, ne
Senden vazgeçtim..

Her gelen kara haberde, hangi şehrin şehidiyse oranın valisi, kaymakamı, esnafı, askerler,
tanıyanlar, yakınlar…Şimdiye değin ağıtlarla, bayraklarla uğurladıklarımız kadar olmasa bile
yine de kalabalıklar… Televizyon ekranından geçiyorum, ben de yürüyorum
onlarla… Bir kez daha… Bir kez daha… Bir …

Sevgilim,

Sen de oralardan görebildin mi bilmem, bu günlerde buralarda zamansız bir kırlangıç fırtınası
var… Hangi televizyonu açsam, bir kahramandan söz ediliyor… Gazeteciymiş.. Ürkek bir güvercin gibiymiş.. İnsanlar gözyaşları arasında onun ne kadar mert, ne kadar
vatansever olduğunu anlatıyor… Gündüz gözü şehrin tam ortasında vuruvermiş zalimler…
Gördüm adamcağızın nasıl yattığını o soğuk taştan kaldırımda… Üzerine gazete
örtmüşler… Ayakkabısı da yırtıkmış…
İçim acıdı…

Sahi sevgilim, operasyona gittiğiniz dağda, gecenin ayazında o karların arasında vurulduğunda karnın tok muydu ? Üşümüş müydü ellerin, esen deli rüzgar yaşartmış mıydı gözlerini? Bölücü hainlerle çatışırken, sağınızda solunuzda bombalar patlarken ne geçmişti aklından en son ?

Bunları bilememek koyuyor insana, yine de mayınlara verdiğimiz şehitlerimizi düşününce
şükrediyorum.. Hiç değilse sen parçalanmadın, vatan toprağında bütünsün, vedalaşırken
kaskatı elini tutabilmiş, uzun uzun yüzüne bakabilmiş, mühürlediğim dudaklarımla solgun,
soğuk alnından öpebilmiştim …

Diyorlar ki öldürülen gazetecinin adı Hrant Dink’miş, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde
Türklüğe hakaretten yargılanmış.. Kibarlık olsun, Türkleri incitmesin diye Ermeni soykırımı
oldu demiyormuş da, Türkiye Ermenilere karşı suç işlemiştir bu suçu kabul etsin, iki devlet
aralarında anlaşsın, gereken yapılsın diye yazıyormuş, söylüyormuş… Ermenistan da
Türkiye’den toprak istiyormuş… Sen gibi şehit olanların canıyla kazanılan vatanın
birazını “bize verin” diyormuş…

Günlerdir televizyonlarda bu gazeteci var sevgilim…

Günlerdir kırlangıç fırtınası dinmiyor…

Hükümetten birileri önermiş, Hrant Dink Türk bayrağına sarılsın demişler… Köşe yazarları
da “Şehide ağıt” yazmışlar… Bize vatan uğruna ölenlerin şehit olduğu öğretilmişti.. Bayrak,
vatan uğruna, vatana hizmet ederken can verene sarılır bilirdik…

Cenaze törenini canlı yayınla verdiler…

Hem de Dünyanın her köşesinde…

Ben de senin ve sen gibilerin cenazesini kalabalık sanırdım…

Bütün yurt bizle ağlıyor, terörü lanetliyor bilirdim…

Yurdun dört bir yanından çoluk çocuk, yaşlı, genç demeden koşturup gelenleri görmeliydin…
Mahşer yeri gibiydi ortalık..

Hepsinin ellerindeki pankartlarda “Hepimiz Ermeniyiz” yazıyordu…

Ne çok Ermeni varmış, şaşırdım! Sadece onlar mı ?

Türkiye’yi düşman belleyenler de davetle gelmiş…

Geliş paralarını da devlet ödemiş…

Bu defa geçemedim ekrandan..

Yürüyemedim onlarla..

Burada cenaze böyle törenle defnedilirken, Ermenistanda da “Soykırım Anıtı”
önünde tören yapmışlar… Acaba orada da “Hepimiz Türküz” diyenler oldu mu ?

Hani son konuşmamızda susmuştum.. İçimdeki korkuları göstermemek için boğazım
düğümlenmiş, sesim çıkmamıştı…

Şimdi söylüyorum…

“Ben de seni ben de seni… BİLEMEZSİN NE ÇOK ÖZLEDİM SEVGİLİM”

Artık dilimdeki mührü çözüyorum, içimde biriktirdiğim feryadı salıyorum, gittiği yere
gitsin kırlangıç fırtınasıyla…

Böldürmemek için her biriniz siper ederek bedenlerinizi feda olmuştunuz vatana. Sizler kara toprağa bizlerse diri diri boşluğa gömülürken arkanızda yurdun dört bir yanından gelen “Ermeniler” yürümemişti..

Hiçbir yabancı televizyon acılarımızı dünyaya göstermemişti.. Karalara bürünen hayatıma,
babasız büyüttüğüm evladıma karşın, yurdun dört bir yanında “hepimiz Ermeniyiz” diye
haykıranlara da helal ettim hakkımı…

Bozkurt Şenler Seçimi

Hakkında söylenenler

Mayıs 7, 2007

“TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENENLER”

Görüşler, Karşı Görüşler ve Öneriler  (7)

Mustafa Nevruz SINACI

Soğuk kış günlerinde kurda kuşa yem atarlar… Dinlerince kesilmesi ve yenilmesi mubah olan hayvanlar dışında hiçbir hayvan kesmez, avlanması yasak olanları avlamaz ve onlara adeta bir anne, baba, evlât, hasılı sanki bir insan gibi yaklaşır ve davranırlar..”

“On ulusun, on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk’e bedel olamaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir.” (Charles Mcfarlene) 

Bir Türk dünyaya bedeldir. (Atatürk)

Şimdilerde Yunanistan, AB ve ABD kendi vatandaş ve askerlerini böyle görüyor ve niteliyor. Fakat biz, maalesef bu hakikati çoktan unutmuşuz. Türk, Türk’ün kıymetini bilmez ve birbirine değer vermez olmuş. Ne yazık !…

BİZ TÜRKLER : Dünyada eşi ve emsali görülmemiş Çevrecilerdik: Türk düşmanı Avukat Guer devam ediyor; “Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını, zarar görmesini ve yok olmasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür…” Bahse konu “Kaçık” lığın kaynağını da veriyor adam: “Birçokları da sırf azad etmek (serbest bırakmak ve hürriyetine kavuşturmak) için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk’e bir gün yaptığı işin ne işe yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabi verdi: Allah’ın rızasını tahsile yarar.”

“Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. Ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır.” (Hammer)

BİZ TÜRKLER: Türk milleti, tarih boyunca 101 devlet ve 16 imparatorluk kurmuştur. Kurulan devletlerin büyük bir bölümü “Cihan İmparatorluğu” idi. Bunlardan en azı 50-100 yıl, bazıları ise 600 ilâ Uygurlar gibi 5000 veya 10.000 yıl civarında yaşamıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ e göre (Türk Tarih Tezi) Türk tarihinin bilinen ve belli olan kökleri en az 10.000 yıla varır. Fakat, MU kavmi ve Uygurlar ile ilişkilendirildiğinde bu süre, belki de insanlık tarihi kadar eskidir. Daha binlerce yılı bulur. Fakat biz, Atatürk’ten sonra “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisini” maalesef çoktan unutmuşuz…

“Toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. Vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze behemahal sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten şiddetle kaçınıp çekinmeleridir.” (Monradgea D’ohsson)

BİZ TÜRKLER: Galiba geçmişimizden kopmak ve uzaklaşmak bize çok pahalıya patladı. Durum, hal, vaziyet onu gösteriyor. Benim bu çerçevede (şimdilik) söyleyeceklerim bu kadar. Hayret ve dehşet içindeyim. Bir o atalarımıza bakın, bir de şu evlâtlarına. Amma lâkin dahası var… Bundan böyle ara başlıkları “Türklük” olarak koyacağım.

“Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. Zira, ‘Bütün Türklerin’ mesleği askerliktir.” (Donaldson)

TÜRKLÜK; Türklük bir hissediştir, yürekten, yüreklice, açık kalplikle yaşamaktır: Atatürk’ün dediği gibi; “TÜRK OLMAK” Türkçe konuşmak, Türkçe düşünmek, Türkçe yaşamak ve vücudumuzdaki en küçük hücreye varıncaya dek “Türklüğünü” ve Türk’ün “tarihteki kimlik ve kişiliğinde olduğu biçimi ile” varlığını ve üstünlüğünü hissetmektir.

 “Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında  düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler. (Donaldson)

TÜRKLÜK: Türklük bir şuurdur. Yüksek bir bilinçtir. Onurdur. Farkındalıktır. Şuur, daima kendinde olmayı ve kendini bilmeyi gerektirir. Hazreti Yânus ne diyor ? “İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.” Diğer insanların yanındayken onlardan farkının, ayrıcalığının bilincinde olmaktır. Müslüman Türk ise: İlimle amel eden ve dosdoğru yaşayandır. Eğrilik, büğrülük bize göre değildir. Türk iki yüzlü, mürai ve münafık olamaz.

“Türklerle dost ol. Ama asla düşman olma.” (Gianni de Michelis)

TÜRKLÜK : İlâhi (yüce-kutsal) bir aşktır. Hürmettir. Sevgidir. Muhabbettir. Kısaca, insanlık davasıdır. Yüksekliktir. Uygarlıktır. Medeniyettir. “Yaratılanı sevmektir, yaratandan ötürü.” Dünyanın bilinen ve belli olan en eski uygarlığı Uygur devletidir ve Uygurlar Türktür.

Dünyada, Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz.” (Hamilton)

TÜRKLÜK: Zira, Türk Ordusu “Peygamber Ocağıdır. Askeri Mehmetçiktir. Makamı Şehitlik ve Gaziliktir. Türk Askeri, dünyanın en namuslu, ilkeli, onurlu ve dürüst askeridir. Tertemiz bağrında hırsız, yolsuz, soysuz barındırmaz. Bileği çelikten sağlam, Kalbi, kafası, dimağı ve varlığının bütün zerreleri Müslüman; Yüreği iman, damarları ASİL KAN, şuuru “TÜRKLÜK GURURU” ile dolu ilim, irfan ve vicdan sahibi bir ordudur.

“Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur. (Hamilton)

TÜRKLÜK: Çünkü, Aziz ve Necip Türk Ordusu, “Vatansız İman, İmansız Vatan Olmaz” düsturunu bilir ve bu bilinçten güç, kuvvet ve ilham alır. Türk Ordusu 2500 yıllık bir bilgi, birikim ve geleneğin görünen yüzü, müşahhas görüntüsü; Türk Milleti’nin bütün esas ve unsurları dahil açık bir göstergesi; Yurtta ve dünyada Barış, İnsan hakları, Adalet, hakkaniyet ve hukukun teminatıdır. O, bütün mazlum milletlerin ümididir.

Çanakkale’de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim.” (Sir Julien Corbet)

TÜRKLÜK: Çanakkale, kadim Türklüğün rûhu, yakın tarihin en büyük destanı ve Türk milleti ile Türk Ordusu’nun ebedi ilham kaynağıdır. Türk, rûhu bu destanlardan aldığı hız ve İstiklâl Savaşının ilhamı ile kuvvet, uhuvvet ve hayatiyetini sürdürür. Bu nedenle Atatürk, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini TSK’ya emanet etmiştir. 

“Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir.” (Mumlan)

DEVAMI VE TAMAMI İÇİN BAK: http://www.asilkan.org/sabit/yazar15/23.htm

 

Türklük Şuuru

Mayıs 7, 2007

http://ismetozel.org/site/modules.php?name=News&file=article&sid=378

Türk dediğimiz şey tarih sahnesine Müslüman olarak çıkmış bir şeydir. Dünyanın  Türk diye bir şeyden haberdar olması,  Asya içlerindeki bozkır kavimlerinin Müslüman olması dolayısıyladır. Ben diyorum ki: “İslamiyet’ten önce Türk diye bir şey yoktur.

Tarih sahnesine Müslüman olarak çıkan bir kavim var ki, onlar Türkler. Dünyada milliyetiyle dini aynı şey olan bir tek kavim var, onlar da Türkler. Diğer bütün milletler veya kavimler başka şey olabiliyorlar.

Bütün bunlar gösteriyor ki bize, insan olmak aslında Müslüman olmakla eşdeğer bir şeydir. Bu manada ayrıca bir insan tarifi getirmemize lüzum yok. Eğer Müslüman değilse ona insan-benzeri diyebiliriz. Din farkı önemli değildir; önemli olan insanlık diyorlar ya, hiç öyle bir şey yok. İslam’dır insanı insan yapan. Böyle bir ifade size çok aşırı bir yargı gibi görünebilir.

Bu Türkiye’de yaşayan insanlar, dünyada yaşayan diğer insanlara bir haber verecek durumda mıdırlar, değil midirler? “Evet, bir haber verecek durumdadır”, diyenler bir farklı perspektif sahibi olmak zorunda. Bir haber nasıl verilir bu dünyaya? O haber: “Bu ülkede yaşamak, haysiyetli insanların yaptığı bir şeydir.” Bu haberi verebilecek durumda olduğumuz zaman tarih sahnesinden silinme tehlikesini atlatmış oluruz.

Türkiye’de iki millet yaşıyor. Bir, menfaatlerini kâfirlerin menfaatleriyle özdeşleştirmiş olan millet; bir de Türk milletinin menfaatinin kâfirlerin menfaatiyle zıtlaştığını içten içe bilen, hisseden bir millet. Bu milletlerden birinin ortadan kalkması lazım. Türkiye’de bir tek millet yaşamalıdır. Bir millet, şeref taşıdığı müddetçe ne olduğunun bilgisini başkasının eline bırakmayacaktır. İşte bu titizlikten dolayı benim bir Türk tanımım var. Onu yeri gelmişken söyleyeyim: Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir. Bizim insanların Müslümanlığına hiçbir diyeceğimiz yok. Ehl-i kıbleyi tekfir etmeyiz. Herkes Müslüman olabilir. Ama herkes Türk olamaz. Yine, “Türklük ne zaman başladı?”, diye birisi bana soracak olursa diyorum ki: Allah Resulü cihada gitmeyip de onun masrafıyla mescid bina edenlerin mescidine girmedi. Türklük o zaman başladı.

Modern dünyanın oluşumu 14. asırda başladı. Bir tarafta Türkler vardı, bir tarafta Avrupa. 14. asırda Türkler, Osmanlı Devleti’nin temellerini atarken; kapitalizm, İtalyan site devletleri aracılığıyla bugün boyunduruğu altında kaldığımız sistemin temellerini atmaya başladı. Neydi bu sistem? İtalyan site devletleri -Venedik başta olmak üzere- yoluyla temelleri atılan şey, gemilerle yapılan ticaretten elde edilen değerlerin, ülke içinde para gücüyle nizamı temin etmesiydi. Şu anda olgunluk safhasına varmış olan sistem, ilk işleyişine 14. asırda başladı. Nasıl başladı? Periferi-metropol yada çevre-merkez ilişkisiyle. Merkez, çevreye talimat verir. Çevre merkeze değer aktarır. Nizam verici olan merkezdir, nizamın ayakta durmasına imkan veren değerler merkeze taşınır. Bu sistem 14. asırda İtalyan site devletlerinde temellerini attı ve merkezini 17. asırda Hollanda’ya taşıdı. Neden? Çünkü Hollandalılar 17. asırda dünyanın hamalları idiler. Dünyada navlun sebebiyle para kazanan bir millet oldu Hollandalılar. 17. yüzyılda -16.yüzyılın sonlarında başladı tabii bu- dünyada ne, nereden nereye gidecekse Hollanda gemileriyle götürüldü. Hatta Hollandalılar, “Köle taşıyan en büyük gemileri biz yaptık”, diye övünüyorlar. Amerika’da köle lâzım, zenci kölelerin ölmeden karaya çıkmaları lâzım. Hollandalılar bu konuda en iyileriymiş. Köleleri başka gemilerle götürdün mü yarısı yolda telef oluyormuş. Ama, yalnızca köleler değil;  pamuk da Mısır’dan İngiltere’ye yine Hollanda gemileriyle gidiyordu. Hindistan’dan baharat, dokuma yine Avrupa’ya Hollanda gemileriyle gidiyordu. Yine Manchester’daki dokumalar, İran’a Hollanda gemileriyle gidiyordu. Hollandalılar taşımacılıktan büyük karlar elde ettiler. Bu büyük karları har vurup harman savurmadılar. Kendi ülkelerinde sermaye düzeninin iyi işlemesini sağlayan bir mekanizmaya sarf ettiler. Borsa kurdular; ama bu borsa öyle oldu ki Hollanda, ticaret mekanizmasının, dünya ölçüsünde düzen sağlayıcısı haline geldi. Ne var ki bu imtiyazını çok zaman elinde tutamadı. Neden? Çünkü bu sermaye hâkimiyetinin sonuç vermesi aynı zamanda siyasi hakimiyeti de gerektiriyordu. Hollanda’nın Hind-i Çinî’de birkaç sömürgesi dışında büyük toprakları yoktu. Britanya’nın ise üzerinde güneş batmayan imparatorluğu vardı. Dolayısıyla sistem, merkezini Amsterdam’dan Londra’ya taşıdı. Bu ne zamana kadar devam etti? 1945 yılına kadar. ABD sermayesinin rakip tanımaz üstünlüğü sebebiyle sistem merkezini Londra’dan New York’a taşımak gereğini duydu.

Şimdi bütün bunlardan bize ne? Bütün bunlardan bizi, Türkleri ilgilendiren kısım şu: O işler bir şekilde yürürken bu “non-market economy” dedikleri, yani işleyişini piyasaya bağlamamış olan ekonomik düzen, Osmanlı Devleti’nde var idi. Osmanlı Devleti, 17. yüzyılın ortalarına kadar dünyanın siyasi organizasyon, askeri güç ve sosyal hayat bakımından en parlak ülkesiydi. En güçlü olması bir tarafa, en parlak ülkesiydi. Yani dünyada siyasi organizasyon, sosyal hayat ve askeri güç olarak daha üstünü yok. Ama sonradan bu iş, bir başka şekle dönüştü. Bizim Türk tarihinde dönüm noktası, 1571 yılıdır. Yani İnebahtı Deniz Savaşı. 1571 yılına kadar Avrupa medeniyeti, Türklerin yenilebileceğini hayal bile etmiyor.1526’da Mohaç Savaşı olmuştu. Macarlar, Hıristiyanlığın kalkanı kabul ediliyordu. 1526’da Hıristiyanlığın kalkanı düştü, dediler. Bunu Montaigne’in yazdıklarından falan da fark edebilirsiniz: Avrupalılar, Türkler geldi, gelecek, yapacağımız tek şey Amerika’ya taşınmak der hale gelmişlerdi. 1526 yılından 1571 yılına kadar panik içindeydiler. Türkler gelecek, her şeyimizi alacaklar. Böyle düşünüyorlardı. Onun için de çok esaslı işlere girişmiyorlardı. Günübirlik, idare edecek şeyler yapıyorlardı. Ama 1571’de Türk donanması yok edilince, Türkiye’den sakalımızı kestiniz gibi laflar edildi, hiç de öyle değil, sakal değil bacağını kestiler, Türkiye’nin, bacaklarını hatta.

16. yüzyılın son çeyreği, 1571. 17. yüzyıl Avrupa medeniyetinin dahiler yüzyılıdır. Yani Avrupalılar, “Türkler artık gelmeyecek, Türkler bir tehlike olmaktan çıktı.”, diye düşündükleri zaman kendi medeniyetini yükseltmeye başladılar. 17. yüzyıl Avrupa’da bilimin doğduğu yüzyıldır. Şimdi diyeceksiniz ki: “Zamanı geldi de öyle”. Hayır, öyle değil. Avrupalılar sistemin temellerinin atıldığı XIV. yüzyıldan XVII. yüzyıla  kadar felsefenin, bilimin doğacağı şartları hazırlamakla meşgûldüler. Öyle şey olur mu? Olmaz tabiî. Olan neydi? “Türk tehlikesi geçti. Artık bizim de bir vatanımız var, bizim de bir kültürümüz var, bizim de bir medeniyetimiz olacak”, diye işe başladı Avrupalılar 17. yüzyılda.

 

Bölücülük

Mayıs 7, 2007

14.03.2007
AYDIN MENDERES

aydin.menderes@tercuman.com.tr&nbsp;&nbsp;

——————————————————————————–

&nbsp;TARH VE
MLLET

&nbsp;

&nbsp;&nbsp;&nbsp;
MLLET olmak toplumsal bir sretir. Bunun ad da tarihtir. Doal
olarak tarih, sadece toplumlarn milletlemesini anlatmaz. Ayrlklar da,
ayrmalar da anlatr. Ancak sonuta bir millet meydana gelmise tarih de
onun hikyesi demektir. Tarihe bu adan yaklaarak Trk milletinin
oluumunda ok nemli birer dneme noktas olmu olaylar anlatmak
istiyorum. Bunlara baka yazlarda da devam
edeceim.

Sultan Sancar’n bana gelenler
ABDLHAKHAMD, Timur’a “Tatar u Trk
ttihat etmekdi maksadm” dedirtir. Nihal Adsz da bundan dolay
Abdlhakhamid’i en byk airlerimiz arasnda sayar. Tarihe
baktmz vakit, btn Trk boylarnn bir araya gelip tek bir devlet
olamadklarn gryoruz. Bilge Han bu mefkreye sahip ve bunu ok isteyen
byk bir Hakan’d. Ama baarl olamad. Buna mukabil Trkler
farkl topluluklar bir araya getirerek ok byk devletler kurdular. Bu
byk baarnn kodu Trklerin devlet kurarken asla kavimiyetilik
yapmamalardr.

11. Yzyl’n banda Horasan’a akn
akn gelen Ouzlar/Trkmenler, Seluklu Devleti’ni kurdular. Birok
kavmi ynetmeye baladlar. Ancak Horasan’a akn akn gelmeye devam
eden eldalar olan dier Ouzlara hibir farkl muamele yapmadlar.
Seluklu ahalisinin yerlileri ifti, gelen Ouzlar ise hayvanc idi.
atma kanlmazd. Seluklu hkmdarlar bandan beri yerli halkn
tarafn tuttular. Dzenin korunmas ve devletin devam bunu
gerektiriyordu.

Ouzlar batan beri buna ok kzdlar. Sonuta
ayaklandlar. Sultan Sancar’ tahttan indirip, esir aldlar. Bununla
da yetinmediler. Bir kafes yaptrp Sultan Sancar’ iine koydular
ve onu bu ekilde diyar diyar gezdirdiler. Ama sonu deimedi.
Seluklular’n temel politikas devam
etti.

Akkoyunlular ve Safeviler
SELUKLULAR’IN bu devlet politikas Anadolu
Seluklularnda ve Osmanllarda aynen uyguland. Fatih, Ouzlarn Kay,
Uzun Hasan ise Bayndr boyundand. Uzun Hasan’n ordusunda Trk
kkenliler ok daha fazla idi. Ayrca Uzun Hasan Kuran- Kerim’in
ilk Trke mealini yazdrtan ilk Trk hkmdardr. Ayn kkten gelmek
savaa mani olmad. Fatih, galip geldi. Ama Uzun Hasan’ takip
etmedi. Hanedann ve devletini ortadan kaldrmad. Kimbilir belki burada
ayn dili konuup ayn kkten gelmenin hisleriyle hareket etmi
olabilir.

Cem Sultan’ destekleyenler ise
Anadolu’daki Trk kkenli sipahiler ve zellikle de aslen Trk olan
konar-ger Trkmen ve Yrklerdir. Bunlar stanbul’daki devirme
kkenli merkezi ynetime karydlar. Geri, kar kmalarnn temelinde
herhangi bir kavimiyetilik veya etnik sebep yoktu. Ancak
Anadolu’daki Trk kkenli sipahiler, zellikle de Trkmenler
ekonomik ve sosyal adan tatmin olmadlar. Ta Anadolu Seluklularndan
itibaren farkl mezhepler de, bu tatminsizlikten dodu. Alevilik
ran’dan ok Anadolu’da yayld. Byk tarihimiz Prof. Dr.
Faruk Smer’in anlatt gibi Safevi Devleti’ni
Anadolu’dan bata Teke (Antalya) ve Bozok (Yozgat), dan giden
Trkmenler kurdu ve glendirdi.

Yavuz Sultan Selim ise Dou Anadolu’da snni
damar daha gl olan Krtleri devletin yannda tutmak istedi. dris-i
Bitlisi’ye st bo alt tural fermanlar verdi. O da belli bal
Krt airetlerine geni arazileri Yurtluk-Ocaklk olarak
verdi.

Halifelie yaplan vurgu, Panislamisizm,
Turanclk, Hamidiye Alaylar, Trklk ve Milliyetilik aa yukar
ayn dnemde -19.YY sonu ve 20.YY. ba- ortaya ktlar. Bu arada
padiahlar ilk defa kendi etnik kkenlerini hatrladlar. Bunu da ilk defa
byk padiah ve byk devlet adam Abdlhamid
yapt.

Bu anlattklarm tarihtir. bret almak isteyenler
iin sonsuz bir hazinedir.

Misak-i Milli

17 ubat 1920 gn, stanbul’da toplanan
Meclis-i Mebusan’n kabul ettii Misak- Milli’nin
1.maddesinde yle denilmekteydi: “Mtareke hatt iinde ve dnda
bulunan… Osmanl ve slam ounluunun oturduu blgelerin tm fiilen
ve hkmen ve hibir sebeple ayrlamaz bir
btndr.”

Trkiye Cumhuriyeti’nin temeli de ite bu
ifade ile atlmtr.

BILGE KAGANIN TURKLUK DUASI

Mayıs 7, 2007


ULU TANRI !

GUZEL TANRI !

GOK TANRI !

Sen TURK’u TURK yurtlarini koru !

Dusman serrinden sakla ! TURK’u yigitlikte daim et !
TURK’u erlik davasiyla yasat ! TURK’u gercekci yap !
TURK’un gonlune herseyden once, hatta kursagina ekmek
koymadan evvel TURK’luk sevgisini koy ! TURK’u ideal
ile yasat ve ideali hakikat yapmaya calissinlar !
Torelerini canlari gibi saklat ! TURK’e zevk ve rahat
verme ! Bilakis zahmete alistir ! Zahmetle yurekleri,
bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yuksek
calisma kudreti verirsin ! TURK’u faal, cevval
edersin. TURK’e degismez bir seciye ver ! Zamanla
seciyesi degismesin, sade tekemmulle tadilat gorsun !

ULU TANRI !

Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal,
TURKCULUK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teskilati,
intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasil
oldugundan; TURK’e bunlari ver ! TURK’ten hirsiz,
namuzsuz turerse hemen kahret ! TURK’e benlik, hem de
yuksek bir benlik ver ! TURK nefsine itimat sahibi
olsun ! TURK’u muhakemeli, ciddi adam olarak yarat !
Hissiyatina kapilip, ofke ile ayaklanmasin ! Birden
barut gibi parlamasin ! Daima soguk kanli olsun !
TURK’u her milletten cesur yarat ! Oc almayi TURK asla
unutmasin !

ULU TANRI !

Namuzsuz bir tek TURK yaratacagina, dunyayi yik daha
iyi ! Ne kadar korkak TURK varsa hepsini helak et !
TURK herseyi mukayese etsin ! Yalniz akil ve mantik
denen seylere birakma onu ! Sabirli, derde dayanikli
olsun ! Iradesi celik gibi olsun ! Donek TURK yaratma
! TURK’leri maymun istahli yapma ! TURK daima
ihtiyatla adim atsin ! Kimsenin tatli diline inanmasin
! Kimseye emniyet olmasin ! Calisma zekâdan ustun bir
kiymet oldugundan, TANRI, sen TURK’u caliskan et !
TURK’un omru calisma ile gecsin ! Ona daima calisma
aski ver ! Hele elbirligi ile calismayi alet etsin !
Tembel TURK’u hemen oldur ! TURK’e her milletinkinden
ustun zeka ver ! Zeka ve calisma ; ikisi bir arada
olunca TURK’un onunde durulmaz ! Milli buyuklugun tek
sarti yuksek ideal, buna alismak icin de yuksek ahlak,
fedakarlik ve sebat lazim oldugundan TURK’leri
ahlakli, sebatli ve fedai kil ! TANRI , TURK’leri sen
kendi elinle birlestir ve herseyden evvel ruhlari
birlessin ! Onlari tek bir kafa gibi birlestirici
kultur sahibi et ! TURK’u toresine sadik kil, Tanri !
TURK budunu : Biliniz ki atalar toresi asirlarin
tecrubesi ile husule gelmis buyuk bir hikmettir. Tanri
beni toreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladi ve
saklasin !

ULU TANRI !

Turk milletini lafci degil, elinden is gelir insanlar
et ! Bir sey soylemek vazife yapmak degildir. Onu
fiilen yapmak ve yaptirmanin vazife oldugunu beyinlere
sok !

GUZEL TANRI !

Sana hepsinden cok yalvardigim sudur : TURK’u
dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali
vasitalara zengin olmaktan koru ! TURK’e kotu para
hirsi verme ! Dalkavuklari yok et !

AMAN TANRI !

TURK aile, tore ve disiplinini her seyden evvel koru !
TURK topraginda hurler yasasin. Adaletten baska bir
sey hukum surmesin ! Sen TURK’e tabii seylere tabiata
karsi sevgi ver ! TURK yurdunda yoksulluk o kadar
azalsin ki fakirlik suc sayilsin !

ACUNU ( DUNYAYI ) YARATAN YUCE TANRI !

TURK’e insaniyetten evvel TURK milletini dusundur.
Insanlarin insaniyet dedikleri sey, goz boyamak icin
icat edilmis bir boyadir. Insaniyet maskesi tasiyan
oyle milletler vardir ki maskelerinin altinda
canavarlar yasar. Insaniyeti goren olmadi. TANRI ,
TURK’e saglam, surekli irade ver ! Gucluklerde,
sabrini, tahammulunu ayni zamanda gayretini arttir !
Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet
duygusu ver ! Mesuliyeti TURK yurdundan eksIk etme !
En buyuk kuvvetinTURKLUK asi oldugunu TURK’e ogret !

TANRI !

TURKCE konusulan, TURK’e yurtluk etmis olan yerleri
kiyamete kadar TURK’un hukmu altinda birak !

TANRI TURKU KORUSUN VE YUCELTSIN

Füsun <fusorguv@yahoo.com>