Archive for the 'Fıkra' Category

Ardahan

Mayıs 8, 2007

HOCA

Eskiden hocalar maaş alamazlarmış, üç hoca bir eve misafir olmuşlar, akşam yemeği hafif yenir.Birisi yatsıdan sonra acıkmış, sayıklama numarası yapmış;
“Kapan geldi üç molla, dosta hediye yolla , yassuluğa helva gele,topar laha” demiş, ev sahibi cevap vermiş;
“Senin dediğin hağdur, o da bizde yoktur. Kavuğunu koltuğuna sığdur.Sayığla , dur sayığla.”

MERTEK

Ölüm döşeğinde yatan adam çocuklarını çağırarak;
-Ben öldükten sonra mezarımın üzerini eski merteklerle (evlerin üzerini örtmekte kullanılan tahta) örtün der.
        Çocukları bunun köylü tarafından hoş karşılanmayacağını ve kendileri için bir ayıp olduğunu söyleseler de adam eğer vasiyetini getirmezlerse hakkını helal etmeyeceğini söyler ve bir müddet sonra ölür. Bunun üzerine çocukları babalarının vasiyetini yerine getirir ve mezarın üzerini eski merteklerle örterler.
         Toprağa verilen adamın yanına melekler gelir ve ilk sorgusunu yapacaklarını söylerler. Hazırlıklı olan adam meleklere çıkışarak;
          -Bu ne biçim iştir kardeşim, kaç defa hesap vereceğiz.Beni hatırlamıyorsunuz, şu üzerimdeki tahtaları da mı görmüyorsunuz?Diyerek melekleri geri gönderir.

BUJLANMA

Annesi hastalanan adam, oldukça yaşlı olan annesini doktora götürür.Hastasını muayene eden doktor, nineye;
   -Şikayetin ne teyze , diye sorunca,
Yaşlı kadın:
   -Ayağlarım bujlaniyir oğlum der.
Bu yöresel terimden hiçbir şey anlamayan doktor bu sefer oğluna sorar.Adam
   -Yani doktor bey,demek istediki;Ayağlarım gejerleniyir,tikine duramiyirim.

Bulanık Fıkraları

Mayıs 8, 2007

BULANIK’LI AVCILARDAN FIKRALAR

>> Bir gün Abdurrahman KAYA , Süleyman TEZATAR ve Kadir OTALI ava giderler. Epey dolaştıktan sonra aniden önlerine bir ördek çıkar hep birlikte ördeğe ateş ederler. Ördek yaralanır ve can havliyle yere düşer. Bizim avcılar başlar ben vurdum tartışmasına. Hepside ördeği kendisinin vurduğunu söyler. Bir türlü sonuca varamazlar tartışma sürer gider. Yerde acılariçinde kıvranarak yatan ördek artık bu tartışmaya dayanamaz ve yattığı yerden başını kaldırır ve vaaak beni evrahman vurdu der.

 

ŞAVŞAT YÖRESİNE ÖZGÜ FIKRALAR

 

ÖLİ ADAM

İki sulobanlı ormanda kaza geçirmiş, adamın biri ölmüş diğerinin bacağı kırık ortalığı yıkıyor. Oradan geçen sıkıyalının biri olayı görüp gelmiş, başlamış yaralıya kızmaya. Orda adam ölmüş sesi çıkmiyer, bunun bacağı kırılmaynan ettuğu fızzaha bak sus itoğlit.

MANDALARIM YOKSA ÖKÜZLERİM

Sulobanlı baba, oğul sabah erkenden çayıra ot getirmeye gidecekmiş, bir çift öküzleri varmış sabah erkenden kalkınca baba oğluna seslenmiş sen bir arabayı hazırla bende bu arada namazımı kılayım der oğlu ahıra iner ama kafası karışır çayıra bir araba gidecekmiş babay aca mandalarımı koş dedi yoksa öküzlerimi der sormak için eve girer ve evin kapısını açarken sorar baba der mandalarımı koşem yoksa öküzlerim baba namaza durmuştur, namaz bozmaz ve mandaları koş anlamına gelecek bir manda sesi çıkartır, ve namaza devam eder.

 

DEĞİRMENLER

Sulobanlıların Çenkhelek yaylasında Ardahanın  Fayatlı köyü ile arazi davaları vardır. Alırlar değnekleri çıkarlar araziye karşı tarafta gelmiştir. Kavga başladı başlayacak bu durumda sulobanlının biri karşı tarafa bağırır..

Ola sizin köy kaçhanedir?

Cevap gelir

İkiyüz…

Hihı bizim o kadar değirmenler var.

 

SULOBANLILAR

Sulobanlının biri İstanbula getmiş, İstanbulu gezduğtan sonra sulobana dönmüş, sormilerki televizyonu gördün nasıl bişedur. Oda demişki görmeğda ne demağ bindim bila

 

SULOBANLIYIM SULOBANLI

 Yaşlı amca hasta olur ve hastaneye gider. Muayene sırası kendisine gelince doktor sorar.

Amca söyle bakayım, SSK lımısın,BAĞ-KURmusun

Yaşlı amca

Nayın SSK lısına Bağ kurlısı                                                                                   

Ben  Sulobanlıyım sulobanlı …                                              

 

 KAZMA KILIFI

Sıkıyalının biri eski dönemlerde bir tane çizme bulur. Bakar bakar ne olduğunu anlayamaz.Getirip başka bir sıkıyalıya sorar.

Ola abu nadur aca ?

Öteki cevap verir:

Tanimiyersin ola beç kazma kılıfı

 

BUKADARDA MI ÖLDÜN

Köyün birinde, yağmurlu, çamurlu, bozuk bir havada birisi ölür. Cenazeyi kızakla mezarlığa götürürlerken, öküzler ve kızak çamura saplanır. Kimse çamura girip öküzleri çıkaramaz. Uzak tan bağırmaları da işe yaramayınca, içlerinden biri cenazeye seslenir

Olaaa baba, oldunda okuzlara bir ho diyamıyacağ kadarmi oldun okuzlara seslende çamuru geçah.             

 

NOT. Bu asil ve soylu yüce insanlarımıza bulanık halkı olarak çok şeyler borçlu olduğumuzun bilincindeyiz, çünkü her zaman en zor şartlarda daima yanımız da olmuşlar desteklerini esirgememişler, bu asil insanlar daima bulanıklıların kalplerinde birer abide olarak saklanacaklardır. Sevgili İkram Günerinin eksiklikleri nedeniyle sizlerden özür dile diği, ve bu asil insanların da derlemesinin bana kismet olması benim için büyük bir şanstır kendi kendime bir teselli olarak onlara karşı bir vefa borcumuzu az da olsa Sevgili site yöneticisi Cemil Özdemirle birlikte ödemenin mutluluğunu yaşamak güzel bir duygu olsa gerek bu değerli şavşatlı insanlarımızın aramızda hayatta olmayanlara rahmet, yaşayanlara uzun ömürler diliyorum.

ELVEDA EY ASİL İNSANLARIMIZ (Gökhan GÜNEY)

NAMAZ DAYIDAN FIKRALAR

Namaz Dayının oğlu Turgay bir gece ortadan kaybolur. Tüm aramalara rağmen bulunmaz. Sabaha doğru Turgay çıkıp eve gelir. Namaz Dayı sorar: “Oğlum bu saate kadar nerelerdeydin?”. Birkaç kez yineler ama Turgaydan cevap gelmez. En sonunda yanıt gelir: “Düğündeydim”. Namaz Dayı kimin düğünü olduğunu sorar fakat bu seferde Turgay “Bilmiyorum” der. Sinirlenen Namaz Dayı söylenir: “E be oğlum seni gelin alaydılar biz kimden soracaktık”.
Bulanık’ta bir gün bir koşu düzenlenir ve Namaz Dayının torunu Alparslan da koşuya katılmak için dedesinin onayını almak ister. Bir söyler, iki söyler, üç söyler ama dedesinden hiç cevap gelmez ama Alparslan da ısrarından vazgeçmez. En sonunda namaz Dayı Alparslan’a izin verir ve ekler ; “Oğlum” der “Git bak bir koşuya katılanlar arasında kör ve topal sayısı fazlaysa sen o zaman gir”.
Komşusu Namaz Dayıdan artık kullanılmayan, dışarı atılmış sobayı ister fakat Namaz Dayı sobayı vermez. Olayı izleyen komşusu olan bitene bir anlam veremez ve Namaz Dayıya sobayı neden vermediğini sorar. Namaz Dayı yanıtlar; “Sobasında değilim ama yakmak için adam gece gelip tezeği çalacak ona yanarım”.
Rahmetli Zabit ve Ayvaz Dayı odundan gelirken kazan yokuşunda iddiaya tutuşurlar. İddia konusu da kimin öküzünün önce yukarı çıktığıdır. Tartışma sürer ama bir sonuca varamazlar bunu bir de Namaz Dayıya soralım derler. Namaz Dayı bakar ki hakikatten Ayvaz’ın öküzleri önce çıkmıştır. Dese ki “Ayvazın öküzleri çıktı” bilir ki kendi yükü yine olduğu yerde kalacak Ayvaz taşımaya yardım etmeyecek. Durur durur: “Zabit’in öküzü çırptı” der ve Zabit öküzlerini Namaz Dayının yüküne de koşup onları yukarı çıkarır.
Rahmetli Molla Halil bir gün Namaz Dayıyı evinde ziyaret eder. Bir iki hoş bet sohbetten sonra konuya girer. “Namaz Dayı ben senden bir şey istemek için geldim”. Namaz Dayı hoşuna gitmeyecek bir şey isteyeceğini sezmiş olmalı ki önceden lafı gediğine oturtmuş: “Namus hariç ne istersen başla göz üstüne”. Molla Halil rahatlamış ve eklemiş: “Senin Napızar’daki tarlayı bana sat”. Namaz Dayı söze girmiş: “Az önce demiştim ya namus hariç her şey baş göz üstüne işte tarla da bizim namusumuzdur.”
Namaz Dayının oğlu Alimemet bir gün alımlı ve güzel bir keçi alır, eve getirir. Namaz Dayı önce bir fiyatını sorar bakar ki bu fiyata bu keçi çok ucuz hemen keçinin ağzına bakar ve geri Almemete döner: “Bu keçiyi aldın ama oğlum alırken sordun mu A keçi sen bu otu hangi dişinle yiyeceksin?”.
Namaz Dayı Ankara’ya gelir, taksiye biner. Taksi biraz fazla dolanmaya başlayınca dolandırılacağını hisseden Namaz Dayı taksiciye “Eğlet düşecem” der, taksici de “Korkma babacım, düşmezsin” der. Namaz Dayı tekrar taksiciye “Düşecem ben” der, taksici gülerek “Tutun babacım bir şey olmaz” der. Ne zaman ki Namaz Dayı kapıyı zorlayıp açmaya çalışır, taksici o zaman anlar ki Namaz Dayı aslında taksiden inmek ister.
Namaz Dayı bir gün misafirliğe gider. Ev sahibi Namaz Dayıya bir sandalye arar. Bakar ki Namaz Dayı evde sandalye yok: “ Bak komşu bana sandalye getirirsen oturmam” der “Eski sandık, kütükte olsa bana yeter” der.
Namaz Dayının oğlu Gökhan’ın yakın arkadaşları bir gün Gökhan’ı oruç tutup tutmadığı konusunda sıkıştırır. Namaz Dayı bakmış olacak gibi değil cevabı yapıştırır: “Benim oğlum Ramazanı üç ay önceden karşılar, Ramazan çıktıktan üç ay sonrada oruç tutar.” Sorup soracaklarına bin pişman arkadaşları bir daha bu mevzuyu açmazlar.
Bulanık’ta birisi bir adam vurur ve ölenin yakını Namaz Dayıya sorara: “Namaz Dayı bu işin ucu nereye gider?” diye sorar. Namaz Dayı yanıtlar: “Bir ucu Elbeyinin evinin yanına (cezaevi) diğer ucu da Tavının oğlu İskenderin evinin yukarısına (mezarlık)”

Derleyen ASLAN ÜLKER

FIKRALARIMIZ VE MİZAH USTALARIMIZ

NAMAZ GÜNEY

Namaz Güney Hicri takvime göre 1313 tarihinde günümüzde Gürcistan sınırlarında kalmış Ahılkelek’e bağlı Göğye köyünde doğmuştur. Bulanık’a 1929 yılında ilk göç eden Terekeme Türklerindendir. Namaz Güney 1983’te Bulanık’ta vefat etmiştir.

Espri yeteneği doğuştan gelen, eskilerin değişiyle Allah vergisi bir meziyettir. Sonradan kazanılması mümkün değildir. Bütün yetenekler gibi hayat okulunda geliştirilir ve sınanır. Toplumun onayı yeteneğin en makbul diplomasıdır. Espri karşıdakini düşünmeye ders almaya sevk ettiği oranda değerlidir. Kahkaha esprinin son aşamasıdır. Mahalli kültür bazen espriye damgasını vurabilir. O zaman espriler sadece o mahalli kültüre ait olanları güldürür. Aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden esprilerde vardır. Nasrettin Hoca’nın esprileri evrensel değerdedir. İçinde yaşadığımız coğrafyanın sözlü kültür geleneğinin çok güçlü oluşu hem edebiyatı geliştirmiş hem de mizah kültürünü geliştirmiştir. Mizah geleneğimiz yazılı metinleri Nasrettin Hocaları, Aziz Nesin’leri gelecek nesillerle buluştururken potansiyel Nasrettin Hocalar, Aziz Nesin’ler sözlü kültürde yaşamaya devam etmektedir

Espri yeteneği ile sözlü kültürde yaşamaya devam eden kişiliklerin başında Namaz Güney gelmektedir. Namaz ismi mizahla özdeşleşmiştir. Yaşadığı kültür tarih ve mekânla uyumlu espri yeteneği mizahi kişiliği onu unutulmazlar arasına yerleştirmiştir. Mizahın yapıtaşı söz ise Namaz Güney’in esprisinde söz tam gediğine yerleştirilir. Çağdaş insanın onun esprilerinden zevk alması yaşadığı kültürel ortamı içselleştirmesiyle mümkündür. Hayatta çok acılar görmüştür. Ancak acılardan mizah yaratmasını bilmiştir. Uluorta espri yapmaz zekâsı hazır cevaplılığından gelir. Yeri ve zamanını belirledikten sonra espri yeteneğini felsefi incelikle birleştirip gülmekten kırıp geçirir. Aslında çok ciddi bir kişiliğe sahiptir. Mizahı çok ciddiye alır. Belki de bu yüzden çok güldürür. Esprileri sadece gülmeyip ders alanlar için büyük bir nimettir. Bu açıdan bütün zamanlara hitap eder. Bu yönü onu mizahi kişilikten fikir adamı kişiliğine yükseltir.

Derleyen ASLAN ÜLKER

SAYIN ŞEFİK KALELİ DEN FIKRALAR

“1970’li yıllarda aralarında Şefik Kaleli’nin de yer aldığı Belediye Başkanı ve kasabanın ileri gelenlerinden oluşan bir Bulanık heyeti Ankara’ya gitmeyi kararlaştırır. Amaç hükümet yetkilileri ve Bakanları ziyaret ederek Bulanık için bazı yatırımların yapılmasını sağlamaktır. Heyet toplu halde halkın da uğurlaması ile garaja doğru giderken, evi garajın üstünde olan Bulanığın önemli ailelerinden birinin büyüğü olan Hacı Çerkez heyete seslenerek, yanına çağırmış. Hoş beşten sonra heyeti iyi dileklerle uğurlamış ve “tek istediğim hepinizin sağ salim dönmesi” diye de arzusunu vurgulamış.

Heyet Ankara’ya gitmiş ve doğrusu fazla bir şey elde edemeden dönmüş. Heyetin Bulanığa dönüşünde Hacı Çerkez yine evin önünde onları bekliyormuş ve tekrar onları çağırarak “hoş sefalar getirdiniz” “biliyorum ki bir şey yapamadan geldiniz ancak canınız sağ olsun, sağ salim dönmenizden daha önemli bir şey yok” diyerek onlara bir şeyler ikram etmiş ve “size bir fıkra anlatacağım” demiş. Ve başlamış anlatmaya.

“Evli bir karı-kocanın sıradan bir yaşamları varmış. Adam bir gün, hanım ben evde çık sıkıldım bir şeyler yapsam, bir işe yarasam demiş. Kadın da senin canın sağ olsun. Ben senden çok memnunum. Canın ne isterse onu yap demiş. Evde bir keçi varmış. Adam keçiyi alıp pazara götürmüş ve dolaşmaya başlamış. Biri yanına yaklaşmış sen ne dolaşıyorsun demiş. O da ben pazar yapmaya geldim demiş. Bu keçimi satıyorum. Diğeri bana sat demiş. O da tamam demiş. Ne istersin keçine diye sormuş. Adam sen bilirsin ne verirsen ver demiş. Ben de bir hindi var olur mu? Olur demiş. Keçiyi hindiyle değişmişler. Sonra hindiyi tavukla değişmiş, tavuğu da verip bir fes almış. Gayet rahatlamış bir vaziyette eve dönerken, bir su kuyusu görmüş. Bir bakayım fesim nasıl oldu diye eğilince kafasındaki fes de kuyuya düşmüş. Sonuçta eve eli boş dönmüş. Hanımı onu sevinçle karşılamış. Evimin beyi hoş geldin demiş. Üstünü çıkarmasına yardım etmiş ve onu oturtup ayran ikram etmiş. Adam hanımına, bana sormayacak mısın pazarda ne yaptım diye. Hanım, sen eve sağ salim geldin ya. Bundan daha büyük şey olamaz benim için demiş.”

Fıkrayı anlattıktan sonra heyete dönen Hacı, “sizin sağ salim gelmenizden önemli bir şey olamaz. O yüzden size ne yaptınız Bulanık için neler aldınız diye sormayacağım” demiş

Köylülerden biri Şefik Kaleli’ye yoğurt getirmiş. Şefik Kaleli adama “yoğurdu bizim eve götür” demiş. Adam “abi sizin ev nerede” demiş. Ş.Kaleli “şu yukarı mahalleye çık, en güzel kadını hangi kapıda görürsen, o ev bizimdir. Oraya bırak” demiş. Bir müddet sonra Ş.K. Muşa gittiğinde kayınbabasını ziyaret etmiş. Oradan buradan konuştuktan sonra “kızımız nasıl” diye sormuşlar. Şefik Kaleli’de yoğurt meselesini anlatmış. Kayın validesi “Vaaa gördün oğul, öyleyse yoğurt sizin eve gitmedi” demiş. Ş.K. Bulanığa döndükten sonra bir gün ilçeye yeni gelen bir Yüzbaşıya yoğurt olayını anlatmış. Yüzbaşı çok gülmüş. Ş.K. Yüzbaşıya “bu yoğurt siz gider miydi” diye sormuş. Yüzbaşı “vallahi bize de gitmezdi” demiş ve uzun süre gülüşmüşler.

“Şefik Kaleli Ankara’da bir gün Ulus heykelinin önünde bir arkadaşını, büyük olasılıkla Bulanığın çok renkli simalarından rahmetli Tahsildar Ali’yi bekliyormuş. Bir ara başında fes, elinde tesbih yavaş hareketlerle dolaşan birini görmüş. Dikkatlice bakınca onun Bulanığın köylerinden tanıdık biri olduğunu anlamış ve yanına yaklaşıp ona bakmış. Hacı’da Ş.Kaleliye bakmış bir süre sonra başını çevirmiş. Ş.Kaleli Hacının kendisini tanımadığını anlayınca yanına yaklaşıp” Hacı” demiş “Bu ne kılık kıyafet böyle” demiş. Hacı şaşırmış bir şey diyememiş Ş.Kaleli ise “Sen Türkiye Cumhuriyetinin Başkentinde utanmıyor musun elinde tesbih, başında fesle gezmeye, bilmiyor musun yasak olduğunu”. Hacı kendini toparlamış “Beyefendi vallahi bilmiyordum, ben Muş’tan geldim”. Ş.Kaleli “Bu suçtur ya benimle karakola gelirsin ya da cezası var onu öder kurtulursun” demiş. Hacı “beyefendi ceza ne kadardır” demiş “500 lira” diye karşılık vermiş Ş.Kaleli. Hacı “tamam beyefendi ben cezayı ödeyeyim, bu yaşta karakola götürme beni” demiş. “Tamam” demiş Ş.K. “Şimdi doğru oteline git, bir daha dışarı çıkma bu kıyafetle”. Hacı “emredersin beyefendi” demiş ve gitmiş. Bir müddet sonra Ş.K hacının oğluyla karşılaşmış ve sormuş “hacı nasıl, ne yapıyor” O da “vallahi hacı dışarı çıkamıyor. Polisler yakalamış ceza kesmişler.” Ş.K. gülmüş bunu duyunca. Hacının oğlu “abi niye gülüyorsun, yoksa senin de haberin var mı bu meseleden” diye sormuş. Ş.K. “hacıya cezayı ben kestim, al bu parayı ona götür ve cezayı Şefik Kaleli kesmiş de” diyerek uzun süre gülüşmüşler.

Derleme:GÖKHAN GÜNEY

FIKRA VE MİZAH USTAMIZ

ŞEFİK KALELİ (1920 – 2003)

Sayın Şefik Kaleli Bulanık’ta yıllarca dava vekilliği görevi yapmış, ilçemizde dava vekilliği denilince ilk akla gelen isimlerden biri olmuş, birçok davasını dengeli bir biçimde kimseyi kırmadan zarar vermeden çözmesini bilmiş renkli bir kişiliktir. Sayın Kaleli ciddiyeti ve davranışları herkese örnek olmuştur. Onu farklı kılan bilgisi, kültürü ve deneyimleriyle pek çok hâkim ve savcıya örnek olması ve bu engin kültür ve tecrübesiyle herkesi kendisine hayran bırakmasıdır. Yörenin feodal yapısının gereği dava işlerinin kolay olmadığı bir zamanda o davalardan üstün zekâsı ve tecrübesiyle başı dik çıkardı. Engin bir hoşgörüye sahipti ve bunun yanı sıra insanlara ve olaylara hep dostça ve samimi yaklaşırdı. Bunu zekâsıyla birleştirmesi onu üstün bir konuma getirmesine yetiyordu. Bulanık halkına her konuda rehberlik etmiş, uzun yıllar yöremiz de çalışmış ve bu çalışmalarına hiç bir zaman siyaseti katmamıştır. Dengeli kişiliği ile Bulanık’ın her zaman aranan simalarından birisi olmuş ve gerek kız isteme ve gerekse nişan ve toylarda hep başköşede onur konuğu olarak yer almıştır.

Tüm bu meziyetlerinin yanı sıra onu unutulmazların arasında yer almasının bir nedeni de yöremizin mizah ve fıkra ustalarımızdan olmasıdır. Şaka ve espri insanlara doğuştan verilmiş bir yetenektir. Bu yetenek yöre yaşamışlığının koşullarından beslenerek kendini Sayın Şefik Kaleli ile ifade etme şansını bulmuştur. Karşısındakini bir çırpıda anlamak ve anında ona göre tavır belirleyip bir espriyle yanıt vermek onun en belirgin özelliği arasındadır. Espri ve şakaları da bunu doğrular niteliktedir ve bu da onun mizahi ustalığının kendisine verilmiş bir yeteneğinin sonucudur. Karşısındaki insanı kırmadan anında cevaplamak bir zekâ ürünüdür. Kendine has kıvrak zekâsı ve hazır cevaplılığı sayesinde önüne geleni gülmekten kırıp geçiren Sayın Kalelimize Bulanık olarak çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum.

Kendisinin zamansız aramızdan ayrılıp gitmesi hepimizi üzmüştür. Yaşadıkça onu ve ortaya koymaya çalıştıklarını daha iyi anladığımız kanaatindeyim. Kendisine rahmet, geride kalan tüm Kaleli ailesine ise uzun ömürler diliyoruz.

Tahsildar ALİ SÖNMEZ

Baba Adı: Mustafa

Doğum Yeri: Muş, Merkez, Güzeltepe Köyü

DoğumTarihi: 1331(1915)

1946–1978 yılları arasında ilçemizde atlı maliye tahsildarı olarak görev yaptı. Bu süre içerisinde ilçemizin 72 pare köyünü teker teker gezerek halk ile içice yaşadı. İlçe halkı tarafından sevildi. Evli, 6 çocuk babasıydı. 1978 yılında emekli olarak Antalya’ya yerleşti. 4.4.1989 tarihinde vefat ederek, Antalya’da toprağa verildi.

Bir milletin köklü geleceklere sahip olması için, köklü geçmişlere sahip olmaları gerekir. Bu geçmişleri iyi geleceklere bağlamaya giden yolda anılar, özdeyişler, mizah çok önemli yer almaktadır. İşte anıları ve hizmetleri ile ilçemizin büyük hayranı: Sayın Tahsildar Ali miz karşısındaki insanı çabucak anlayıp espri yeteneğiyle cevap vermesi onun belirgin özellikleri arasındaydı. Ani cevap vermesi doğuştan gelen zekâ ve yeteneğinin bir ürünüdür. Böyle olması içindir ki önüne geleni gülmekten kırıp geçirirdi

Bu meziyet insanlara doğuştan verilmiştir. Karşısındaki kişi espriden bir şeyler kapıyorsa o kişi için büyük bir kazanç sayılır. Kahkaha esprinin son aşamasıdır. Sayın Ali Sönmez büyüğümüz yaşamışlığı ve de doğuştan gelen espri ve zekâ yeteneğini yoğurarak tam gediğine oturtmasını büyük bir ustalıkla yapmasını bilirdi. Bulanık ın saygın ve ender kişilikleri arasında yer alan Sayın Ali Sönmeze rahmet diler. Hayattaki çocuklarına ve sönmez ailesine uzun yaşam dileklerimi sunarım.

Anılar arasında, 1970’li yıllarda Sayın Bülent Ecevit, eşi Sayın Rahşan Ecevit ile ilçemizi ziyaretlerinde ”Ortanın Solu” kavramını açık hava toplantısında ilçe halkına açıklarken, Sayın Rahşan Ecevit de mahalleyi gezmeye çıkmış. Bu arada Ali Sönmez’in hanımı tarafından evlerine davet edilmiştir. Açık hava toplantısı bittiğinde belediye hoparlöründen Rahşan Hanım’ın bulunması için anonslar yapılmaya başlanmış. Bir süre sonra CHP ilçe başkanı Şefik Kaleli, Sayın Ecevit’in yanına gelerek;

ŞK: Efendim merak etmeyin, Rahşan hanımı bulduk, yanımdaki Ali SÖNMEZ Bey’in evindeymiş. Ama Ali Bey Rahşan Hanım’ı vermiyor.

Dedikten sonra Ecevit ile A. Sönmez’in arasında şu konuşmalar geçiyor:

AS: Sayın Ecevit; Rahşan Hanım benim evimde, benim kızım oldu. Doğunun geleneklerine göre başlık parası vermeden Rahşan Hanım’ı size vermem.

BE: Ne kadar başlık parası istiyorsunuz?

AS: 2500 TL

BE: Ben ortanın solunda bir adamım. Bu kadar parayı nasıl vereyim der.

Bu diyalog ilçe halkı tarafından alkışlarla desteklenir. Ertesi gün başta Ulus gazetesi olmak üzere bütün medyada bu olay ”Doğu’da Ecevit’ten başlık parası istediler” diye yer alarak tatlı bir anı olarak hafızalarda yer edindi.

DERLEME GÖKHAN GÜNEY

FIKRALARI DEVAM EDECEKTİR.

http://www.bizimbulanik.com/yeni/mizahvefikraustalarimiz.asp

Canın sağolsun

Mayıs 8, 2007

Derleyen ASLAN ÜLKER

SAYIN ŞEFİK KALELİ DEN FIKRALAR

“1970’li yıllarda aralarında Şefik Kaleli’nin de yer aldığı Belediye Başkanı ve kasabanın ileri gelenlerinden oluşan bir Bulanık heyeti Ankara’ya gitmeyi kararlaştırır. Amaç hükümet yetkilileri ve Bakanları ziyaret ederek Bulanık için bazı yatırımların yapılmasını sağlamaktır. Heyet toplu halde halkın da uğurlaması ile garaja doğru giderken, evi garajın üstünde olan Bulanığın önemli ailelerinden birinin büyüğü olan Hacı Çerkez heyete seslenerek, yanına çağırmış. Hoş beşten sonra heyeti iyi dileklerle uğurlamış ve “tek istediğim hepinizin sağ salim dönmesi” diye de arzusunu vurgulamış.

Heyet Ankara’ya gitmiş ve doğrusu fazla bir şey elde edemeden dönmüş. Heyetin Bulanığa dönüşünde Hacı Çerkez yine evin önünde onları bekliyormuş ve tekrar onları çağırarak “hoş sefalar getirdiniz” “biliyorum ki bir şey yapamadan geldiniz ancak canınız sağ olsun, sağ salim dönmenizden daha önemli bir şey yok” diyerek onlara bir şeyler ikram etmiş ve “size bir fıkra anlatacağım” demiş. Ve başlamış anlatmaya.

“Evli bir karı-kocanın sıradan bir yaşamları varmış. Adam bir gün, hanım ben evde çık sıkıldım bir şeyler yapsam, bir işe yarasam demiş. Kadın da senin canın sağ olsun. Ben senden çok memnunum. Canın ne isterse onu yap demiş. Evde bir keçi varmış. Adam keçiyi alıp pazara götürmüş ve dolaşmaya başlamış. Biri yanına yaklaşmış sen ne dolaşıyorsun demiş. O da ben pazar yapmaya geldim demiş. Bu keçimi satıyorum. Diğeri bana sat demiş. O da tamam demiş. Ne istersin keçine diye sormuş. Adam sen bilirsin ne verirsen ver demiş. Ben de bir hindi var olur mu? Olur demiş. Keçiyi hindiyle değişmişler. Sonra hindiyi tavukla değişmiş, tavuğu da verip bir fes almış. Gayet rahatlamış bir vaziyette eve dönerken, bir su kuyusu görmüş. Bir bakayım fesim nasıl oldu diye eğilince kafasındaki fes de kuyuya düşmüş. Sonuçta eve eli boş dönmüş. Hanımı onu sevinçle karşılamış. Evimin beyi hoş geldin demiş. Üstünü çıkarmasına yardım etmiş ve onu oturtup ayran ikram etmiş. Adam hanımına, bana sormayacak mısın pazarda ne yaptım diye. Hanım, sen eve sağ salim geldin ya. Bundan daha büyük şey olamaz benim için demiş.”

Fıkrayı anlattıktan sonra heyete dönen Hacı, “sizin sağ salim gelmenizden önemli bir şey olamaz. O yüzden size ne yaptınız Bulanık için neler aldınız diye sormayacağım” demiş

http://www.bizimbulanik.com/yeni/mizahvefikraustalarimiz.asp

Not: Bu fıkranın benzeri Gagavuzlarda da var. Şavşat nire Moldova nire

İSLÄÄ KARI ZENGİNDÄN TAA İSLÄÄ

V.MOŞKOVun: Наречие Бессарабских гагаузов (1904 yıl) kiyadından

Varmış bir çocuk kısmetsiz, yannaşmış bir adama çırak bir taşa. O başa çıkarınca çıraklıı, o taş erimiş. Ordan gider padişaha, sorsun neiçin yok onun kismeti? Padişaa demiş ona: “Bän bilmeerim”. O da çıkmış. Çıkarkan, kızı demiş ona: “Ne geldin?” O da demiş: “Geldim sorayım, neçin yok benim kısmetim?” Kız da demiş: “Senin kısmetin, açan evlenirsin da iki kısmet bireri gelir, ozamna görecän kısmetini”. Padişaa o saat demiş: “Ne sän bendän akıllıymısın?” Tutmuş kızın kolundan da uurat-mış çocuun aardına da demiş: “Git sän da onunnan bilä”. Çıkmışlar çocuknan kız, gitmişlär, yapmış, çocuk bir bordey kırın birindä da yaşamışlar. Bir gün vermiş kız kocasına bir fistan, gitsin da satsın da parasınnan alsın bir çift öküz. Almış çocuk fistanı, gitmiş panayıra. Gelmiş bir boyar, sormuş: “Ne paası bu fistanın?” O da demiş: “Bir çift öküz”. Almış boyar ona bir çift öküz da bakmış näpacek o öküzlärnän. Almış öküzleri, çeketmiş. Boyar da yıraktan yıraa ardına bakarmış. Karşılaşmış arabacıylan, ara-ba götürümüş panayıra. Demiş: “Diiş-mämisin bu arabayı öküznän?” Arabacı demiş: “Diişirim”. Almış arabayı, gitmiş ileri. Karşılamış bir adam keçiynän, da demiş: “Diişmämisin o keçiyi arabaynan?” Diişmiş onunnan da almış keçiyi, gider ileri. Karşılaşmış bir çingenäylän, bir keser elindä gidärmiş. Demiş: “Diişmämisin o keseri keçiynän?” Diişmiş, almış keseri, gidärmiş, görmüş bir sürü ördek uçarmış su üstündä, salmış birinä kesernän urmaa, düşmüş keser su içinä. Çıkmış boyar önünä da demiş: “Näptın sän?” O da demiş: “Neiçin?” Boyar demiş: “Öküzleri verdin bir arabaya, arabayı verdin bir keçiya, keçiyi verdin bir keserä, keseri da attın su içinä, o karı ne deyecek sana?” O da demiş: “Her karı däärsa bana bişey, bän sana esir olurum karıynan diveç”. Boyar da demiş: “Her o sana bişey demäsa, bän sana vereyim varlıımı dübüdüz”. Gitmiş boyar ileri, saklanmış da baksın, çekişecek mi? Gelmiş çocuk evä, karı sormuş: “Nası, sattın mı fistanı?” O da demiş: “Sattım da aldım bir çift öküz”. Karı demiş: “İi oldu da aldın öküz”. O genä demiş: “Öküzleri verdim, aldım bir araba”. Karı demiş: “Bari bir arabamız var”. Adam demiş: “Arabayı verdim da aldım bir keçi, keçiyi verdim da aldım bir keser, keseri da attım su içinä”. Karı demiş: “Sän saa ol, genä kazanırsın”. Boyar hep seslemiş, sora çaarmış çocuu da vermiş varlıını da çocuk zenginnemiş.http://anasozu.com/folklor/