Archive for the 'Aşıklar' Category

Yalnızçam

Haziran 6, 2007

KÜLTÜR

 

Bir halkın yaşam tarzı olarak tanımlayabileceğimiz kültür, aynı kökene sahip bir toplum içinde de yöreden yöreye bazı farklılıklar gösterebilmektedir. Çünkü kültür uzun bir geçmişin birikimi, olup içinde bulunulan coğrafyadan, iklimden ve diğer toplumlarla olan ilişkilerden etkilenmektedir.

Kafkaslar ve orta Asya ile Anadolu arasında bir köprü olan Ardahan da kendine özgü kültürel özelliklere sahiptir. Ağır iklim koşulları yöre ekonomisini hayvancılığa yönlendirirken halk arasında yardımlaşma ve işbirliğinin gelişmesini sağlamıştır. Stratejik önemi nedeniyle savaşlara sahne olması ve işgaller altında kalması sözlü edebiyatın gelişmesine neden olmuştur. Yöre ekonomisinin hayvancılığa dayanması ve küçükbaş hayvancılığın yaygın olması halı; kilim ve keçe gibi el sanatlarının gelişmesini sağlamıştır.

GELENEK VE GÖRENEKLER :

EVLENME :

 

Kız Saraflama (Zarraflama) : Evlilik çağına gelen erkek çocuğun ailesi, çocuklarına ve ailelerine uygun bir gelin bulma arayışına girerler. Gelin adayı genellikle, evlilik çağına gelen evladın beğendiği, ailenin uygun bulduğu veya yakın çevreden tanıdıkların tavsiye ettikleri bir kız olur. Uygun aday bulunduğunda erkek tarafından kadınlar bir bahane bularak kız evine gider, kızın kendi aileleri için münasip olup olmadığını araştırırlar. Bunun içinde çeşitli oyunlar denerler. Kızın gözlerinin sağlamlığını öğrenmek için iğneye iplik taktırırlar; uzaktan konuşmaya çalışarak kulaklarının iyi işitip işitmediğini, evin temizliğine bakarak kızın çalışkan olup olmadığını öğrenirler. yemeklerine bakarak maharetli olup olmadığını anlarlar.

 

Kız İsteme : Uygun gelin adayı bulunduğunda kız tarafına haber gönderilerek kız istemeye gidilir. Erkek tarafı münasip bir dille ziyaretin amacını dile getirir. Bunun üzerine kız tarafı düşünmek için süre ister. Bu süre içerisinde yakınlarının düşüncelerini alır ve erkek tarafı hakkında gerekli araştırmaları yapar. Eğer yapılan araştırmalar müspet olursa erkek tarafına haber gönderilerek yeniden davet edilir.

 

Beh Takma :Bu davet üzerine erkek tarafından kız istemeye giden kişiler, tekrar kız evine giderler. Erkek tarafı kız evine giderken yanlarında “beh” denilen ve manevi değeri olan eşyalardan oluşan bir hediye paketi götürür. Kız tarafı da aynı şekilde kendi “beh” ini hazırlar. Kız tarafı gerekli ikramları yapar ve sonunda karşılıklı olarak “beh”ler verilerek şerbet içilir.

 

Söz Kesme : Söz kesme olayı genelde “beh takma” işinden 3-4 hafta sonra olur. Söz kesme işinde nişan tarihi, çeyiz miktarı başlık parası, şişlik ve diğer eşyalar konuşulur, düğüne ne kadar atlı getirileceği karara bağlanır. Bu iş her iki tarafın vekil ettiği kişilere tarafından karara bağlanır.

Nişan : Erkek tarafı söz kesme sırasında belirlenen tarihte, kararlaştırılan nişan hediyelerini alarak kız evine gider.Nişan veya düğün için erkek tarafından kız tarafına gidenlere “atlı” denir. Bu isim, bu kişilerin kız evine atla gitmelerinden kaynaklanır.

Nişan için erkek tarafı genellikle altın, bilezik, yüzük gibi ziynet eşyaları ile elbiselik ve ayakkabı gibi giyecekler götürür. Kız tarafı da kızın kendi el emeği olan çorap, atkı, kazak, başlık gibi eşyalardan misafirlere hediye eder. Ayrıca bu hediyelerden damat adayına da gönderilir. Nişan sırasında gelin misafirlere nişan şerbeti ikram eder, atlılar da karşılığında “şerbet parası” olarak bir miktar para verirler

 

Başlık-Şişlik: Geleneksel düğünlerde erkek tarafından kız tarafına ödenen ‘başlık’ geleneği, günümüzde artık sürdürülmemektedir. Başlıkla birlikte erkek tarafı, düğün hazırlıkları için kız tarafına “etlik ve şişlik” olarak koyun, sığır ve yemeklik eşyalar verir.

 

DÜĞÜN ( TOY ) :

 

Atlı Yığma : Düğün hazırlıkları tamamlanıp düğün günü geldiğinde davet edilen atlılar erkek evinde toplanırlar. Yaşlılar aşıkların bulunduğu odaya, gençler ise davul-zurnanın çalındığı yere götürülür. Atlılar düğün evinin uzağında karşılanır, atlı havası ile düğün evine getirilir, düğün evindeki eğlenceden sonra akşam vakti gelince de komşular tarafından gece yatısına götürülür.

 

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra kız evine doğru yola çıkılır. Kız evine yaklaşıldığında o yörenin delikanlılarınca gelenler karşılanır.

 

Kına Gecesi :Kına gecesi, gelinin baba evinde geçireceği son gece olup, bu gecede gelinin eline kına yakılır. Kına yakılmadan önce gelen misafirlere çerez, şeker, helva gibi ikramlarda bulunulur. Sonra gelin; kına yakılacak odaya tabaklar içinde yanan mumlar taşıyan genç kızların eşliğinde gelir ve orta yerde bir sandalyeye oturtulur. Gelinin kınası başı bozulmamış ( dul olmayan ) bir kadın tarafından hazırlanır. Genç kızlar ve kadınlar ayrılık, hasret kokan mani ve türküler söylerler. Odadakiler mani ve türkülerini söylerken gelinin kınası yakılır ve yine başı bozulmamış bir kadın tarafından sarılarak bağlanır.

 

Nikah töreni bittikten sonra çeyiz yayma işlemine geçilir. Çeyiz sandıkları ve bohçaları odanın orta yerine konulur. Erkek ve kız tarafının çeyizleri ayrı ayrı yazılarak değerleri belirlenir. Bu liste iki nüsha olarak hazırlanır. İmam, muhtar ve iki şahit tarafından imzalanarak biri erkek tarafına diğeri kız tarafına verilir.

 

Gelin Götürme :Kız evinden oğlan evine hareket günü geldiğinde, sabah erkenden araçlar hazırlanır. Araç olarak kışın at kızakları(zanka) yazın ise atlı arabalar hazırlanır.

 

Gelin evden çıkarken “ gelin ağlatma “ havaları çalınır. Kızın annesi hem ağlar hem de kızına öğütler verir. Kızın erkek kardeşi ise gelinin beline gümüş kemer bağlar. Kemeri bağlayana toy babası veya sağdıç tarafından bahşiş verilir. Gelinin yüzü al renkli ipek bir duvak ile örtülür ve gelin, iki yengesi tarafından itina ile getirilerek gelin arabasına bindirilir. Dualar ile yola çıkarılarak oğlan evine getirilir.

Gelin Karşılama : Gelin alayı düğün evine geldiğinde gelinin ayağını basması için bir bakır kazan ters çevrilir ve üzerine tahta kaşık veya çay bardağı konulur. Gelin inerken buna basar ve kırmaya çalışır. Kıramaması uğursuzluk sayılır.

Gelin iki yenge tarafından arabadan indirilirken damat ve sağdıç, daha önce hazırladıkları bozuk para ve çerezleri onların çevresine atarlar. Bu arada gelin inerken kaynana da gelinin önünde oynar. Gelin eve geldikten sonra çalgılar çalınır, oyunlar oynır. Gece damadın arkadaşları ve gelen atlılar sağdıcın evinde toplanır, güvey tıraşı yapılır. Bu eğlenceler gece yarısına kadar sürer.

 

Duvak Açma : Ertesi gün kuşluk vaktinde duvak açma töreni yapılır. Gelin düğün yerinde ortada bir sandalyeye oturtulur. Başında duvağı bulunur. Çalgılar çalar, oğlan sağdıcı “beşaçılan”, “karabağ” ve “ hançerbarı” oyunlarından birini gelinin etrafında dönerek oynar. Bir yandan da elindeki hançer ile gelinin duvağını yavaş yavaş açar.

Gelinin Takdimi ve Yüz Görümlüğü : Duvak açma töreni bitip herkes dağıldıktan sonra ev halkı toplanır. Kız yengesini temsilen bu işi yapacak kadınlardan biri orta yere gelir, elini havaya kaldırarak çalgıcıları susturur. Ya sözle ya da türkü makamı ile şöyle der: Gelin diyer yoktur atam

Koyunum yok koça katam.

Bu söz üzerine kayınpeder öne çıkarak :

Men kaynatan senin atan,

Gelin hoş geldin hoş geldin,

Yavrum hoş geldin hoş geldin,Bize hoş geldin hoş geldin,

Dedikten sonra “Benim tarafımdan gelin kızıma on tane kuzulu koyun, nesilden nesile onun olsun” diyerek gelinin yüz görümlülüğünü verir.

Bu olay sırayla kaynana, kayınbirader ve görümce için de yapılır. Yüz görümlülükleri verilerek yenge ve sağdıçlar da alınarak bar tutulur ve düğün sona erer.

Sini Kaldırma :Ardahan’da yerli köylerinde yapılan geleneksel düğünlerdeki adetlerden biri de “Sini Kaldırma”dır. Kız tarafında yapılan eğlencelerden biridir. Kız babası köy halkına ve erkek tarafından gelen misafirlere ziyafet vermek için hazırlıklar yaparken, gelin de kız sağdıcının evinde hazırlanır. Bu arada gelin ve damadın akrabaları, köy halkı ve çalgıcılar kız sağdıcının evinin önünde toplanırlar.

Kızın giysilerinden yedi adet alınarak yedi bakır siniye konur ve üzeri renkli ipekten örtülerle örtülür. Yedi sini yedi delikanlıya verilir. Önde davul zurna, onun arkasında kız sağdıcı-gelin-oğlan yengesi bulunur. onların arkasında da sırayla sinileri taşıyan gençler, korumalar ve köy halkı olmak üzere bir konvoy oluşturulur. Oğlanın yengesinin, gelin ve kız sağdıcının başları kapalı olur. Ziyafetin verileceği yere doğru yola çıkılır. Yol boyunca çeşitli oyunlar oynanır, havaya fişekler atılarak ziyafet yerine gelinir. Bu olaya “Sini Kaldırma” denir.

Şah Bezeme : Sini kaldırma olayına benzer bir gelenek de Terekeme (Karapapak) köylerinde düğünlerde yapılan “Şah Bezeme” geleneğidir. Bu geleneğin uygulandığı köylerde “Şah” denilen 70 cm uzunluğunda, yanlarına ağaç görünümü vermek için 7 veya 9 dal çakılan ağaçtan yapılma bir araç bulunur ve en son düğün kimin evinde yapılmışsa bir sonraki düğüne kadar orada saklanır.

Şah, düğünlerde meyve ve şekerlerle belli bir usule göre süslenir. Oğlan şahı ve kız şahı olmak üzere iki şah bezenir. Oğlan şahının masraflarını damadın sağdıcı, kız şahının masraflarını ise kız sağdıcı karşılar.

Şah bezeme işini, bölgede bu konuda uzman olan bir kişi yapar. Bunun karşılığında da kendisine münasip hediyeler ödenir. Şah bezenirken Türkler için önemli kabul edilen 3-7-9 ve 40 sayılarına dikkat edilir, Şah’ın dallarına 7,9 veya 40 çeşit meyve, şeker vs asılır.

Kız şahı sade olmasına rağmen erkek şahı oldukça ihtişamlı ve görkemlidir. Kız şahı, kına gecesinin ertesinde kız sağdıcının evinden, sağdıcın erkek kardeşi ve yakınları tarafından çalgılar ve pehlivanlar eşliğinde alınarak oğlan sağdıcının bulunduğu kız evine getirilir. Kız şahını teslim alan oğlan sağdıcı, kız sağdıcına “Hilat“ denen münasip bir hediye verir. Sonra da şah üzerindeki meyve ve şekerlerin bir bölümünü orada bulunanlara ikram ederken bir bölümünü de damat için ayırır.

Oğlan şahı ise daha şatafatlı bir törenle getirilir. Gelinin oğlan evine inmesinden sonra damat, sağdıç ve arkadaşları sağdıcın evine gider, orada eğlenirler. Düğün akşamı toy babası gelir ve bağırarak şah alayının kurulmasını ister. Bunun üzerine meşaleciler gündüzden hazırlanan meşaleleri yakarak yolun sağında ve solunda sıralanırlar. Yolun ortasında; önde davul-zurna, bunların arkasında şah ve şah bekçileri, damat ve sağdıç, korumalar olmak üzere şah alayı oluşturulur. Damat ve sağdıcın ağzı mendil ile kapatılır. Konvoyun arkasına orada hazır bulunan köy halkı geçer, damadın evine kadar oyun ve türküler eşliğinde gelinir.

 

TARLA SÜRME (KOTAN VE MOĞDAMLIK) :

Ekonomisi tamamen tarım ve hayvancılığa dayanan yöremizde tarımsal faaliyetlerin de kendine has özellikleri ve güzellikleri vardır. Teknolojik gelişmelerin henüz yöreye gelmediği dönemlerde, işler tamamen insan ve hayvan gücü ile yapıldığı için oldukça zor olur ve uzun zaman alırdı. Bu zorlukları aşmak için insanlar; kendi aralarında yardımlaşırlar, işleri eğlenceli hale getirmek için de mani ve türküler söyler, birbirlerine şakalar yaparlardı.Bu geleneklerimizden biri de kotan sürme ve moğdamlık geleneğidir. Yörede daha önce pullukla sürülen tarlalar daha sonra Rus köylülerinin yöreye getirdiği “kotan” ile yapılmaya başlanmıştır. Kotan toprağı çok derin ve geniş işlediğinden duruma göre kotana 8 ile 12 çift öküz koşulması gerekmektedir. Bu kadar öküz her ailede bulunmadığından birkaç aile birleşerek tarlalarını ortak sürerler. Yörede bu duruma “moğdamlık “ denilir. Kotan “ karakotan “ ve “ demirkotan “ olmak üzere iki çeşittir. Karakotana 10-12 çift öküz veya manda koşulur, demir kotana ise 8 çift öküz veya manda koşulur. Kotanlar iki bölümden oluşur: Toprağı süren kısma kotan, önündeki tekerlekli kısma ise horazan denir.

Kotan sürme gündönümünden sonra ( 22 Haziran ) başlar ve ot biçimine kadar sürer ( Ağustos ayına kadar ). Halk takviminde de bu döneme kotan ayı denir.

Kotan sürümü zor ve külfetli olduğundan birden fazla kişinin çalışması ile yapılır. Kotanda çalışan kişiler macgal, hodağ ve öküzcü olmak üzere üç gruba ayrılır. Macgal kotanın yetkili kişisidir. Kotanı sapından tutarak yönetir. Kotanın sapına “ mac “ denir ve “macgal“ ismi de buradan gelir. Hodağ ise kotanda öküzleri süren çocuklara denilir ve sayıları, koşulan hayvan sayısına göre değişir. Görevleri öküzleri boyunduruğa koşmak, sürmek ve boyunduruktan açmaktır. Her hodağ iki çift öküzden sorumludur. Hodakların en kıdemlisine ise “Harazan Hodağı“ denir. Öküzcüler ise öküzlerin bakımından, otlatılmasından ve kotanın bekçiliğinden sorumludurlar. Öküzcü, gece öküzcüsü ve gündüz öküzcüsü olmak üzere ikiye ayrılır.Halk takvimine göre kotan ayının gelmesi ile birlikte herk etmek üzere kotana çıkılır. Kotana çıkma günü perşembe ve cuma olarak seçilir. Bu günün sabahında kotana gidecek öküz ve manda (camuşlar) gündüz öküzcüsüne teslim edilir. Kotan sürmede gereken malzemeler arabaya yüklenir. Hep bir

likte tarlaya gidilir. Genelde İlk olarak kotan sahibinin tarlasına gidilir. Kotan sürmeye “kuş ötümü” ile başlanır. Kuş ötümü imsaktan yarım saat önceye denk gelir ve bu da gece iki buçuk üç civarıdır. Kotan sürme işi günde 16 ile 18 saat sürer ve akşam güneşi ile sona erer. Aralarında moğdamlık kuran kişiler gün hesabı üzerinden anlaşırlar.

Kotan sürümünde tarla sahibi kim ise yemeği de o getirir. Kotan sürme işini daha eğlenceli kılmak ve uyku gelmesini önlemek için değişik şakalar yapılır, mani ve türküler söylenir.

 

Kotan sürerken söylenen şiirlere ise “horavel” denir. Horeveller macgalın “hey hey hey “ demesi ile başlar ve kıtanın sonunda hep birlikte “hoo hoo hoo “ denir. Horeveller bazen “güzelleme” bazen “atışma ve sataşma “şeklinde olur. Bazen de neşe verici, uyku dağıtıcı özellikte olur.

Kotan sürme işinin tamamlanıp bitirilmesine “Kotan Açma” denir. İşler tamamlanınca o gece tarlada yatılır. Sabah olunca kotan çalışanları çevreden çiçek, kımı ve yemlik gibi yenilen bitkilerden toplarlar. Eşyalar toplanır ve arabaya yüklenir. Öküzler kotana koşuldukları sıraya göre koşulurlar. Macgal arabanın en iyi ve en rahat yerine oturur. Öküzlerin boyundurukları çiçeklerle süslenir ve türküler söylenerek eve doğru yola çıkılır. Kotan sahibinin evine gelinir, yemek yenilir. Macgal, çocukların gözlerinden öperek gönüllerini alır. Herkes malzemesini alarak evlerine döner.

 

SAYILI GÜNLER :

 

Halk arasında, yıl içerisinde dönüm noktası olarak kabul edilen bazı sayılı günler vardır. Bu günler ya uzun yıllar gözlemlenen hava olayları ya da bu dönemlerde önemli bir olayın yaşanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Halk arasında sayılı günler şunlardır:

 

Gün Dönümü: Gün dönümü kiraz ayının 9. günüdür (22 Haziran). Bu tarihten sonra hava iyice ısınır. Bu nedenle sebze ekimi bu tarihten sonra yapılır.

 

Eyyam-Bahur: Halk takvimine göre kotan ayının 18. günü başlayan (Ağustosun ilk haftası) haftada bunaltıcı sıcaklar yaşanır. Bu günlerde çobanlar sürülerini gölgelik yerlerde tutmaya çalışır.

 

Erbain: Kasım mevsiminin ilk 44 gününde havalar pek sert olmaz ve bu döneme “pastırma yazı” denir. Bu tarihten sonra başlayan ve 40 gün süren kuru ayaz ve şiddetli soğukların yaşandığı “Erbain” dönemi (Kara kışın 9. günü) başlar. Ölümlerin en çok bu dönemde yaşandığına inanılır.

 

Hamsin: Erbainden sonra gelen 50 günlük dönemdir. Havalar bu dönemde oldukça değişkendir. Halk arasında “Hamsin, kâh üşü,kah ısın.” sözü buradan doğmuştur. Halk takvimine göre zemheri ayının 18’ inde (31 Ocak) başlar, döl dökümünün başında (21 Mart) sona erer.

 

Hıdrellez Tipisi: Halk takvimine göre zemheri ayının 27’sinde (10 Şubat) başlayan ve yaklaşık 1 hafta süren tipilere “Hıdrellez Tipisi” denir.

 

Cemreler: ilkbaharda yaşanan; havada, suda ve toprakta meydana geldiğine inanılan sıcaklık yükselmelerine denir. Birinci cemre gücük ayının 13’ünde (20 Şubat) havaya düşer. Havada bir hafta kaldıktan sonra gece yarısı suya düşer. Suda bir hafta kaldıktan sonra toprağa düşer ve bu tarihten sonra havalar ısınır.

Berd’ül Acüz- Kocakarı Soğukları- Nenenin Gıdikleri- Harç-Borç: Bu dönem gücükün son dört günü ile döldökümünün (mart) ilk üç gününü kapsar. Normalde havaların ısınmaya başlamasına rağmen bu haftada hava çok soğuk olur. Bunun da bir hikayesi vardır:

”Çok eski tarihlerde, bir köyde oğlakları (Gıdik) çok sevdiği için koyun yerine keçi besleyen bir nine yaşarmış. Her yaz yaylaya çıkan nine, bir sene zamanı gelmediği halde havaların ısınmasına aldanarak gücük ayının sonunda yaylaya çıkar. Bir iki gün yaylada kalır ve havaların sıcak olması hoşuna gider. Bunun üzerine kış ayı ile alay eder ve kış ayı 4 gün 4 gece kar yağdırıp tipi estirir (gücükün son dört günü). Ancak nine ve oğlakları (Gıdik) ölmeyince kış, döl dökümü ayından (mart) üç gün borç alır, 7 gün 7 gece fırtına estirir, nine ve gıdikleri ölür.

 

Mart’ın Dokuzu- Leylek Fırtınası: Halk takvimine göre döl dökümü (mart) ayının sekizini dokuzuna bağlayan gece Hacı Leylek gelir. Gelirken de beraberinde kar ve tipi getirir. Bir gün önce iyi olan havalar o gün soğuk olur.

 

Abril’in Beşi : Yağmur ayının beşi (18 Nisan) hava çok soğur. Bu gece genç hayvanlar hariç, bütün hayvanlar ahırlarda beslenir. Zira bu soğukta kıştan yeni çıkan ve bünyeleri zayıf olan hayvanların dayanamayacağına inanılır. Bu günün diğer bir ismi de Camuş (Manda Kıran) dır.

 

Sitte-İ Sevr: Yağmur ayının 9’unda (21 Nisan) başlayan ve 6 gün süren soğuk ve fırtınalı günlere denir. Bu günlerle ilgili olarak “Sitte-i Sevür, kapıyı çevür.” diye bir cümle bulunmaktadır.

 

YAĞMUR YAĞDIRMA GELENEKLERİ:

 

Ekonomisi tamamen tarım ve hayvancılığa dayanan yörede, hava koşulları büyük önem taşımaktadır. İlkbahar ve yaz aylarında havaların yağışlı olması tarımsal üretimde verimi arttırırken hayvan hastalıklarının azalmasına ve hayvansal ürünlerin artmasına neden olur. Bu yüzden kurak geçen dönemlerde insanlar yağmur yağması için çeşitli çarelere başvurmuştur. Bunların arasında; yağmur duasına çıkma, garip mezarından bir taş alarak suya bırakma, godi godi gezdirme, siyah bir eşek bularak suda yıkamayı sayabiliriz.

 

Yağmur Duası : Yağmur yağmadığı zaman insanlar perşembe veya cuma günleri yağmur duasına çıkarlar. Yağmur duası için şehitlik, türbe veya o yörede kutsal olduğuna inanılan yerlere gidilir. Yağmur duasına gitmeden bir gün önce koyunlar ve inekler yavrularından ayrılır. Herkesten ekonomik durumuna göre yiyecek malzemesi alınır ve bunlar duanın yapılacağı gün kadınlar tarafından dua yerinde pişirilerek yemekler hazırlanır. Dua perşembe günü yapılacaksa öğle namazından sonra, cuma günü yapılacaksa cuma namazından sonra camiden çıkan cemaatle birlikte dua yerine gidilir. Dua okunur ve çobanlar tarafından getirilen hayvanlar yavruları ile buluşturulur. Sofralar kurulur, yemekler yenir, sahipsiz kedi ve köpeklerin payları ayrılır. Kuraklığın durumuna göre bu olay birkaç defa tekrar edilir.

Godi Godi Gezme : Yağmurun yağması için başvurulan çarelerden biri de “Godi Godi Gezme”dir. Bu olay kuraklığın durumuna göre çocuklar veya büyükler tarafından yapılmaktadır. Süpürge veya kepçeden bir bebek yapılır, kapı kapı dolaşılarak yiyecek toplanır. Toplanan yiyecekler pişirilip bir kısmı fakirlere dağıtılır, bir kısmı da hep birlikte yenir ve dualar edilir.

süslenen bebek süpürgeden yapılırsa buna “Süpürge Gelini” denir. Kepçeden yapılırsa “Çömçe Gelin” veya “Kepçe Gelin” denir.

 

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra kafile başkanı, taşıyıcılar, arap ve diğer görevlilerden oluşan kafile “Godi Godi” gezmeye başlar. Önder kafilenin başkanıdır ve idare onun elindedir. Toplanan yiyecekleri muhafaza eder, pişirilmelerini sağlar. ”Çömçe Gelin” yapılmışsa tek başına taşır. Taşıyıcılar; ellerinde taşıdıkları kaplara topladıkları yiyecekleri koyar ve dolaşırlar.

Arap; kafilenin en ilgi çekici üyesidir. Arap rolünü alan kişi elini yüzünü kömür ile karalar, üzerine uzun bir entari giyerek Araplara benzer. Bunların dışında Süpürge Gelin’i taşımak için görevliler bulunur. Kafile önde, taşıyıcılar arkada yola çıkılır. Dolaşmaya en mert evden başlanır ve sırasıyla tüm köy dolaşılır. Kafile bir kapıya geldiğinde kapı çalınarak, hep bir ağızdan tekerleme söylenir:

 GİYİM KUŞAM :

 

Bir bölgedeki halkın giyimi; bölgedeki iklimden, coğrafi yapısından ve halkın geçmişinden getirdiği alışkanlıklardan etkilenir. Bölgemizde de giyim ve kuşam bu etkenler sebebiyle ilçeden ilçeye değişiklikler gösterebilmektedir. 1930-1940’lı yıllara kadar yörede insanların giyiminden hangi ilçeli olduğu anlaşılırken, günümüzde artık geleneksel giysiler günlük yaşamda kullanılmamaktadır.

Erkek Giyimi : Yaşlı erkekler; başlarına sarık, fes, koyun veya kuzu derisinden yapılmış yuvarlak “papak”, keçeden yapılma “börk”, kış aylarında da yünden yapılmış atkılı uçları olan “kabalak” kullanırlardı. Sarık, fes ve külahın üzerine duruma göre puşu veya çit örterlerdi.

Sırtlarına yumuşak dokumadan iç gömlek, onun üzerine çok düğmeli ve dik yakalı üst gömlek ve soldan sağa doğru çapraz kavuşan yelek, yeleğin üzerine “gazeki” adı verilen cepken, diz kapaklarına kadar uzanan yumuşak kumaştan yapılma “arkalık “ onun üzerine de paltoya benzer “çuha” veya “yamçı” giyerlerdi.

Bacaklarına yukarıdan uçkurlu, paçaları ilik düğmeli uzun iç donu, pantolon yerine belden iple bağlamalı “yığma şalvar” veya yünden yapılma, belden uçkurlu, paçaları işlemeli “Osmanlı şalvarı” giyerlerdi. Bellerinde kuşak, palaska veya işlemeli kemer takarlardı.

Ayaklarında “dizleme çorap”, yemeni, çarık, çapula, yumuşak çizme bulunurdu. Yerli gençlerinin giyimleri de aynı olurdu. Gençlerde ise giyim genelde aynı olup daha süslü ve canlı renkler tercih edilirdi.

Kadın Giyimi : Yörede kadın giyimi erkeklere nazaran daha renkli, süslü ve çeşitlidir. Kadın giyiminin belirleyici özellikleri arasında da etnik köken, yaş ve evlilik durumu bulunur.

Yaşlı kadınlar başlarına fes, takke ve külah takar, üzerine beyaz leçek onun üzerine de kalın tavşal takar, tavşalın üstünden alınlarına renkli valalardan “ çatma “ sıkarlardı.

Gelinler ve genç kadınlarda ise yaşlılardan farklı olarak başlarına “dinge“ denilen üzeri kumaşla kaplı fes olur veya “kofik” denen ağaç çember konulur, üzerine kırmızı fes veya çuha çekilirdi. Dinge ve kofik ailenin mali durumuna göre süslenir, iki tarafından uzanan ve çenenin altından boğazı tutan “buhağılık“ bulunurdu. Üstlerine de alın kısmına iki adet çatma veya “çargat” denen ince bir örtü sıkılırdı.

Sırtlarına beyaz renkli boylama “iç köynek”, onun üzerine dizlerin altına kadar inen birden fazla boylama “kaftan”, “astarlı yelek” veya “gurduşka” denen kollu yelek giyerlerdi. Bazen de “zıbın” denilen üç etekli bir elbise bulunurdu. Eteklerinin üzerine peştamal takılır, kollara da kirden korunmak ve elbiseyi yıpratmamak için lastikli “kolçak” bulunurdu. Göğüste ise üst tarafı boyna geçirilen alt tarafı bir uçkurla bele bağlanan “döşlük” yer alırdı. Bellerine yünden örme kuşak, bacaklarına ise belden uçkurlu, bilek kısımları ilik düğmeli “tuman” denilen bir çeşit şalvar ve çift katlı diz donu yer alırdı.

 

Ayaklarda ise duruma göre kısa yün çorap, nakışlı boğazlı çorap, çarık, kaloş, mes, lastik, çapula veya kundura bulunurdu.

 

HALK MUTFAĞI :

Yörede ekonomik hayatın can damarı olan tarım ve hayvancılık, halkın beslenme alışkanlıklarına da yön vermiştir. Arpa ve buğdaya dayalı tarımsal üretim hamur işi yiyeceklerin; hayvancılık ise süt ve süt mamullerinin sofralarımızda bolca yer almasını sağlamıştır. Sebze olarak patates ve fasulye daha fazla tüketilmektedir. Özellikle halk arasında “kartol” veya “kartopu” olarak adlandırılan patates, işgal döneminde yabancılar tarafından yöreye getirilmiş ve sofralarımızın vazgeçilmezleri arasına girmiştir.

İlimizin bir hayvancılık merkezi olmasına rağmen et tüketimi fazla değildir. Özelikle sığır eti tüketimi azdır. Ancak kaz, tavuk, hindi ve ördek gibi kümes hayvanları fazlaca beslenmekte ve etinden faydalanılmaktadır. Özelikle kaz etinin yörede ayrı bir yeri vardır.

Yörenin geleneksel yemek anlayışında, kahvaltılarında yağlı yiyecekler yer alır. Bunun sebebi insanların daha iyi çalışmasını sağlamaktadır. Kahvaltılarda çok yemek yenmesi makbuldür. Öğlen yemeklerinde ise çorba veya fazla yağlı olmayan yiyecekler tercih edilir ve fazla yenmemesi adettir. Akşam öğününde ise gece rahat uyumak ve vücudu rahatsız etmemek için hafif yemekler tercih edilir ve oldukça az yemek yenirdi. “Sabah yemeğini kendin için ye, öğlen yemeğini bir dostunla bölüş, akşam yemeğini düşmanına yedir.” atasözü bu alışkanlığımızın en güzel ifadesidir. Sofralarımızın “olmazsa olmaz”ları ekmek ve peynirdir. Hangi öğün olursa olsun hangi yemek bulunursa bulunsun mutlaka sofrada ekmek ve peynir vardır. Yörede ekmek tüketimi oldukça fazladır. Öyle ki bu nedenle halk arasında “Yemek yeme“ kavramı yerine “Ekmek yeme “ kavramı kullanılmaktadır. Ekmeğe bu kadar önem veren Ardahanlı, ekmeğini çeşitli unlardan yapmaktadır (buğday,arpa ve mısır unu vs.).

Pağaça (pağaç), bazlama, fırın ekmeği, tandır ekmeği, lavaş, gagala, saç ekmeği, yufka, fetir, içli pağaça, kömbe, mısır ekmeği, gevrek, bulama, kerdiğe, yöremizde yapılan ekmek çeşitleridir.

Peynir ise en çok kullanılan “katık” türüdür. Halk arasında en çok tüketilen peynir, yaz aylarında yapılıp kışın tüketilen “deri peyniri”dir (tuluğ, tulum peyniri ). Deri peynirinin birazcık küflenen ve yeşilimsi renge bürüneni en makbulüdür. Bu rengi nedeniyle başka yöreden gelen insanlar tarafından “küflü peynir” diye adlandırılmaktadır. Deri peyniri sofralarda iyi bir katık olmanın yanında doğal bir “penisilin” görevi de görmektedir. Evlerde yapılan diğer bir peynir çeşitleri de; gorcola, çeçil, tel çeçil, kaymak altı, yağlı peynirdir. Kaşar peyniri ise mandıralarda ticari amaçla üretilmekte ve yöre ekonomisine önemli katkı sağlamaktadır. İlimizde bazı yerlerde “aş” olarak adlandırılan çorbalarda da süt ürünlerinin, tahıl ve unlu mamullerin etkisi çoktur. Ayrıca yaban otlarından da oldukça güzel çorbalar yapılmaktadır. Ayran çorbası, bulgur çorbası, kurut çorbası, kesme çorbası, süt çorbası, helle çorbası, puşruk çorbası, süt ürünlerine ve unlu mamullere dayalı çorbalardır. Cincar çorbası, e

velik çorbası, kuşekmeği çorbası ise yabani otlardan yapılan çorbalardır.

Hamur işi yiyeceklerin Ardahanlının damak zevkinde ayrı bir yeri vardır. Hamur işi yiyecekler bazen yağda kızartılarak yapılır bazen suda haşlanır bazen fırında bazen de saçda yapılır. Misafirlere en çok ikram edilen yiyeceklerin başında bunlar gelir. Bişi, mafiş, lokum en önemlileridir. Suda haşlanan yiyeceklerin en önemlisi de hingal’dır. Hingal; açılan yufkanın kare kare kesilip içerisine et veya kavurma konularak kapatılıp suda pişirilmesi ile yapılır. Halk arasında en çok sevilen kaz etinden yapılan kaz hingalıdır. Yufkanın içine bir şey konmadan kare şeklinde kesilip boş pişirilenine de kayıtma denir. Bunlar servis yapılırken üzerine sarımsaklı yoğurt ve yanmış yağ serpilir. Diğer çeşitleri de kesme makarnası, yumru makarna, gançlama, erişte ve cumur’dur. Bir de tepside ve saç üzerinde yapılan hamur işleri vardır. Bunlar daha çok üzerine yağ sürülerek veya içerisine “iç” konularak yapılan kete’dir. Daha çok ev halkının zevkine ve isteğine bağlı olarak içli veya sade olarak yapılırlar.

Et ise bazen yemeklere katılarak bazen kıyma yapılıp köfte olarak bazen pastırma yapılarak bazen de kavurma yapılarak değerlendirilir. Yöremizde sığır etinden daha çok kaz eti tüketilmektedir. Öyle ki kaz üretim ve tüketiminin kendine has gelenekleri ve kuralları oluşmuştur.

 

 

ARDAHAN AĞZI :

Ardahan konumu itibariyle Anadolu’ya Türkler tarafından yapılan akınların ve yerleşmelerin geçit noktalarından biri olmuştur. Ardahan ve çevresi 1064 yılında başlayan Oğuzların Anadolu’ya yerleşmelerinin merkezi olurken, Azerbaycan Türklerinin ve Terekemelerin göçlerinin sığınağı olmuştur. Yüzyıllar boyunca bölgedeki devletler arasında yapılan mücadelelere mekan olan yöre; savaşlar, işgaller, tutsaklıklar ve katliamlara sahne olmuştur. Bu olaylar bazen yakın bölgede bulunan insanların Ardahan’a bazen de Ardahan’da yaşayanların başka bölgelere göç etmesine sebep olmuştur. Bu göçler ise farklı Türk boyları arasında kültür etkileşimini sağlamış, farklı dil ve ağız özelliklerini bir araya getirmiştir. Bugün Ardahan’da üç değişik ağız bulunmaktadır.

 

  • Ardahan-Posof yerli ağzı

  • Türkmen ağzı

  • Terekeme-Azeri ağzı.

 

 

Ardahan- Posof Yerli Ağzı : Bu ağızla konuşan Türk kolu, yöreye yerleşen en eski Türk topluluklardan biri olup bugün Ardahan, Hanak, Posof ilçe merkezleri ve bu merkezlere bağlı olan yerli köylerinde, Çıldır ve Göle’nin bazı köylerinde ikâmet etmektedirler. Halk arasında “Gagavan” ve “Çin-Çavat” isimleri ile adlandırılan Ardahan- Posof yerlileri 12 y.y.da buralara gelip yerleşen ve o dönemde hristiyan olan Kıpçak Türklerindendirler. Daha sonra müslümanlığı seçen “yerli”lerin ağız özellikleri Erzurum ve Kars ağızlarından farklılıklar göstermekte ve Kıpçak ağız özelliklerini taşımaktadır. Etnik yapı açısından Ardahan-Posof bölgesi; batıda Çoruh boyları kuzeyde de Ahıska ile bir uyum sağlamakta ve ağız özellikleri bakımından buralarla birlik göstermektedir.

 

Türkmen Ağzı : Damal ilçe merkezi ve köylerinde yaşayan Türkmen vatandaşlarımızın alevilik inancına sahiptirler. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan döneminde Maraş yöresinden gönüllü olarak getirilmiş ve buralara yerleştirilmişlerdir. Gelenek ve göreneklerine oldukça bağlı olan Türkmen vatandaşlarımız, ağız özelliklerine de sıkı sıkıya bağlı kalmış ve yörede ayrı bir ağız grubu oluşturmuşlardır. Ahıskalı Aşık Haydari bir şiirinde Damal-Hanak Türkmenlerini şöyle anlatmıştır:

 

Terekeme- Azeri Ağzı : Çıldır merkez ve köylerinde, Ardahan ve Göle’nin bazı köylerinde yaşayan Terekemeler halk arasında “Karapapak” diye adlandırılmaktadır. Bunlar 1828 yılında; yaşamakta oldukları Kuzey Azerbaycan’ın borçalı ve kazak bölgelerinin Ruslara geçmesi sonucu buraları bırakıp Ardahan ve Çıldırın köylerine yerleşmişlerdir. Ağız özellikleri incelendiğinde hem Kıpçak hem de Oğuz-Türkmen ağızlarının özellikleri görülmektedir. Bu durumun; Terekemelerin, Kıpçakların, Türkmenlerin kaynaşması sonucu oluştuğunu akıllara getirmektedir.

 

HALK OYUNLARI :

 

Ardahan farklı kültürlerin etkileşim içinde bulunduğu bir coğrafi alandadır. Bu nedenle halk oyunları açısından son derece zengin bir ildir. Türkiye’de halk oyunları karakter yapısı, figürleri ve oynayış biçimlerine göre yedi bölgeye ayrılmıştır. Bunlar bar, halay, horon ve karşılama, hora, kaşık ve oturak oyunları ile zeybek bölgeleridir. Ardahan ise ‘’bar bölgesi’’ içine girmektedir. Bar oyunları; oynayanların yan yana gelip serçe parmakları ile tutuşarak daire veya yarım daire şeklini almalarıyla oynanır. Yöredeki bar oyunları bazen çalgı ile bazen de çalgısız olarak oyuncuların kendi kendilerine söyledikleri türkülerle oynarlar.

Çalgısız Oyunlar: Oyunculardan biri veya birkaçı, birlikte bir mani veya türkü söyleyerek oyunu başlatır. Bir kıta türküden sonra halayın tamamı veya bir kısmı türküyü tekrar eder. Türkünün diğer grup tarafından tekrar edilmesine çevirme, çevirmeli olarak söylenen oyun türkülerine de ‘’Nanay’’ denir. Ağırdan başlayan türküler gittikçe hareketlenir. Buna bağlı olarak da oyunlar hareket kazanır.

Çalgılı oyunlarda baş çalgı davul ve zurnadır. Davul ve zurna, özellikle düğünlerin vazgeçilmez çalgılarıdır. Bunların dışında mey, tef ve bağlama gibi enstrümanlar da kullanılır. Bu oyunlarda da ağırdan başlanan oyun giderek hız kazanır. Oynanan oyunların birçoğunun hikâyesi bulunur. Yapılan her figür farklı bir duygunun ifadesidir. Erkek figürleri daha sert bayanların ise daha naziktir.

Tekli, ikili ve üçlü oyunlarda erkekler kartal bayanlar ise güvercini temsil ederler. Erkekler kollarını yanlara doğru tam açar ve yukarıya doğru kaldırırken heybetli bir kartalı andırır. Bayanlar ise kollarını dirseklerinden kırar, ellerini hiçbir zaman omuz hizasından yukarı geçirmezler ve oyun alanında adeta bir güvercin gibi süzülürler. Bugün bilinen 100’e yakın halk oyunu bulunan ilimizde bu oyunlar: oda oyunları, çiftli-ikili oyunlar, temsili oyunlar ve barlar olmak üzere 4 gruba ayrılırlar.Bunlar:

 

 

Oda Oyunları : Kapalı alanlarda el davulu, zilsiz def, mey ve saz gibi enstrümanlar eşliğinde oynanır. Türkmen vatandaşlarımızın oynadığı ‘’semah’’lar da bu gruptadır. En önemlileri; karabağ, ağır terekeme, on dört ve taşkırandır.

 

Çiftli-İkili Oyunlar : Davul ve zurna eşliğinde geniş alanlarda oynanır. En önemlileri:Şeyh Şamil,hançer barı, karadonlu ve beş açılandır.

 

Temsili Oyunlar : Yöresel enstrümanlar, esprili sözlerle dolu türküler eşliğinde oynanır. Deli kız, teşi, pişik oyunları bunlardan bazılarıdır.

 

Barlar : Barlar bazen sadece erkekler bazen sadece bayanlar tarafından oynanır.Bazen de karışık (alaca bar) oynanır. Bir barda en az beş kişi bulunur. Bunlara “bar başı, koltuk, orta, orta yanı ve pöçük oyuncusu” denir. Barlarda oyuncular tam veya yarım daire şeklinde hizalanır. Oyun yönü “ters bar” hariç soldan sağa doğrudur. Birkaç oyun dışında bütün oyunlar; üç adım ileri, üç adım geri atılarak oynanır.

 

EL SANATLARI

HALICILIK :

Üretildiği yere göre yün, pamuk veya ipek iplikten dokunan bir yaygı olan halı , ilk olarak Orta Asya ve Batı Asya’da geliştirilmiştir. İlk zamanlarda bir yer yapısı olan halı, daha sonra özellikle doğuda bir süs eşyası olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Çadır kapısı, yer sergisi, masa örtüsü, sedir örtüsü, gölgelik ve duvar halısı olarak insanların farklı ihtiyaçlarına cevap vermiştir.

Türk kültürünün de önemli bir parçası olan halı, Anadolu’nun her köşesinde dokunmakta, her yöre kendine has desenlere kendi duygularını katarak bu mirası gelecek nesillere aktarmaktadır. Türklerin dört parçadan oluşan halı takımına “deste” denilmektedir. Bu parçalardan biri ortaya (meyane), ikisi onun kenarlarına (kenare), birisi de pencere kenarına (serendaz) serilirdi.

Halıcılığın en çok geliştiği bölgeler; Türkistan, Kafkasya, Anadolu, İran, Mısır, Çin, ve Avrupa’dır. Halı çeşitleri içinde en çok rağbet görenleri Kafkas, İran, Çin ve İspanyol halılarıdır. Halının kalitesi düğüm sayısına göre ölçülür. Düğüm sayısının fazlalığı halının kalitesini de artırır. İpliğin çözgülere düğümlenme şekillerine göre farklı isimler alan düğümün en eskisi “Türk” yada “Gördes düğümü”dür. Bu düğüm Kafkas ve Anadolu halılarının dokunmasında kullanılmaktadır.

Dokumada kullanılan yün, ipek ve pamuk ipliklerinin renklendirilmesinde de 19. yy öncesinde doğal yöntemler kullanılmıştır. Doğal boyalar yöreye göre bazen çivit, sumak, katırtırnağı, çivitotu, ağaç kabuğu ve yaprağı gibi bitkilerden bazen minerallerden bazen de böcek veya yumuşakça türü hayvanlardan elde edilmiştir.

Her ulus dokuduğu halıya kendi kültür öğelerini taşıyan figürleri işlemiştir. Halının süslemesinde kullanılan bu figürler geometrik, stilize ve doğalcı olarak üç kısma ayrılmıştır. Geometrik figürler arasında çokgen, yıldız ve haç; stilize figürler arasında karmaşık kıvrık dallar, palmiye desenleri ve küf yazısı; doğalcı öğelerde ise servi ağacı, çiçek açmış meyve ağacı, söğüt ağacı, kuşlar, yaban hayvanları ve Çin ejderleri en çok görülenleridir.

Kafkasya’da çok yaygın olan halıcılık ilk önce İran etkisinde kalmışsa da daha sonra yerel öğelerin yorumlanmasıyla özgün bir Kafkas usulü oluşmuştur . Bu halılarda kullanılan motiflerin başında dört ayaklı hayvan figürleri, geometrik şekiller ve ejder figürleri gelir.

Tarihi ve kültürel değerler açısından oldukça zengin bir mirasa sahip olan ilimizde de halıcılık oldukça yaygındır. Yöre kadınları, tarih boyunca evlerindeki tezgahlarda dokudukları halılarla bu kültürü günümüze kadar taşımışlardır. Yörede dokunan halılarda Kafkas-Osmanlı-Türk sentezinin izleri görülmektedir. Selçuklu halı sanatının hayvan ve bitki motifleri, Osmanlının geometrik ve dinsel motifleri en çok kullanılan figürlerdir. Halı dokuyan genç kızlarımız, dokudukları halılara yeni renkler ve desenler katarak duygularını dile getirirler. Yörede bulunan her ailenin kendine has özel desenleri olup halılarda kullanılan her motif ve renk ayrı bir duygunun ifadesidir. Kadınlarımızın el emeği göz nuru olan yöresel Kafkas halılarında nilüfer çiçeği mutluluğu, daire sonsuzluğu anlatırken, beyaz saflığı, siyah hata ve yanlışlıkları, kırmızı hareket ve din sevgisini, sarı kötülük ve üzüntüyü, mavi ise güç ve doğruluğu simgeler. Kullanılan desenlerin kendine has isimleri bulunmaktadır. Gelin tacı, pernik, çengel, kilim, yüzükoyun ve gül dalı en çok kullanılan desenlerdir.

Bu kültür mirasımızı gelecek nesillere taşımak ve tanıtımını yapmak, genç kız ve kadınlarımıza yeni istihdam alanları yaratmak amacıyla gerek Valiliğimiz gerekse Halk Eğitim Merkezi Müdürlüklerimizce çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. İl ve ilçe Halk Eğitim Merkezi Müdürlüklerince kurslar açılmakta ve gençlerimize eğitim verilerek halıcılığın il geneline yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır.

Yöresel Kafkas halılarını dünyaya tanıtmak, kültürel değerlerimizi yaşatmak ve geliştirmek ayrıca işsiz gençlerimize iş imkanı sağlamayı amaçlayan Valiliğimiz, Ardahan İlini Kalkındırma ve Geliştirme Vakfı’na bağlı olarak Halıcılık Limited Şirketi’ni kurmuştur. Şirket atölyelerinde; 32 tezgahta ortalama 40 kişi çalışmakta, üretilen halılar pazarlanmaktadır.

İlimizde dokunan halılarda doğal ve canlı renkler elde etmek için bitkilerden, köklerden ve meyvelerden boyalar hazırlanmaktadır. Genellikle ev halısı üretilen bu atölyelerde isteğe göre araba halıları, çantalar, isimlikler, minderler ve duvar yastıkları da dokunmaktadır. Çalışanlara ilmik başına ücret ödenmekte olup ortalama günde 4-5 bin ilmik atılmaktadır.

 

HALICILIK LİMİTED ŞİRKETİ : 2 Temmuz 1998 tarihinde Ardahan ilini Kalkındırma ve Geliştirme Vakfı’na bağlı olarak kurulan şirketin amacı; Ardahan’ı kalkındırma olup yöredeki işsiz bayanlara maddi imkan sağlayarak ekonomik katkıda bulunmak, kültürel değerlerimizi yaşatmak ve geliştirmektir. Toplam 80 kişilik kapasiteyle 32 tezgahtan oluşan bu tesiste, 40 kişi istihdam edilmektedir. Tesiste dokunan tamamı yün iplikten ve kök boyadan imal edilen Kafkas halıları, desen itibarîyle Ardahan Kültürünü yansıtmaktadır. Ebatları 3- 3,5- 4,5 m2 den oluşan bu halıları üretebilmek için işçiler günde ortalama 4-5 bin düğüm atmaktadırlar. Ayrıca isteğe göre atölyelerde araba halıları, çantalar, isimlikler, minderler ve duvar yastıkları da dokunmaktadır.

Desenlerimiz vakıf bünyesinde çalışan desinatör tarafından çizilmektedir.

Ardahan ekonomisine katkıda bulunacak sektörlerden biri de Halıcılıktır. İlimizde önceden kurulmuş bulunan Halıcılık Limited Şirketi’nde üretilen halıların pazarlanmasında sıkıntılar yaşandığı için Sümer Holding ile görüşülerek halıların Sümer Holding tarafından pazarlanması konusunda anlaşılmıştır.

 

KİLİM :

Göçebe kavimlerin en önemli yaygılarından olan kilim; Orta Asya , Balkanlar ve Anadolu’ya özgü bir dokumadır.Halıdan farklı olarak yüzey ipliklerinin tek tek ilmikleri kesilerek değil , ipliklerin çözgülerin arasından sürekli olarak geçirilmesiyle oluşur. Örülen kilimin yüzeyi düz bir görünüm kazanır ve iki yüzeyi arasında fark bulunmaz. Anadolu’nun daha çok orta, batı ve doğu bölümünde dokunan kilim, bulunduğu yörenin özelliklerini taşır.

Dokuma tekniği bakımından geometrik figürlerinin işlenmesine elverişli olan kilimde en çok görülen desenler; kuş, boynuz, kaz ayağı, güneş, çiçek, ırmak, dağ gibi doğadan ve insan yaşamından alınmış öğelerdir.

İlimizde kilim dokumacılığı az da olsa devam etmektedir. Yöre insanı kilimlerinde tamamen kendine özgü yöntemlerle elde ettiği boyaları kullanmaktadır. Kadınlarımız gazel adını verdiği bitki kökünü kaynatarak kahverengi, evelik kökünden kırmızı, samanı kaynatarak sarı, mantı suyuna attığı paslı demirlerin pasını attıktan sonra gazel kökünü de katarak siyah rengi elde etmiştir.

zel bir renk armonisine sahip olan kilimlerimiz sadece rengiyle değil kalite ve desen zenginliğiyle de mükemmel bir dokumacılık örneğine sahiptir.

Kilim tezgahı yere paralel şekildedir. 6 m2’lik bir kilim tek kişi tarafından 75-80 günde tamamlanmaktadır. En güzel kilim örnekleri Göle, Çıldır ve Damal ilçelerimizde bulunmakta olup köylerimizde 100-150 yıllık antika değerindeki kilimlerle karşılaşmak mümkündür.

 

HASIR :

 

Yöremizde; daha çok eski dönemlerde kullanılan yaygı çeşitlerinden birisi de hasırdır. Kurumuş sazlıktan yapılan ve herhangi bir maliyeti de bulunmayan hasırlar, dokunmasının kolay olması nedeniylede halk arasında tercih edilen bir yaygıdır.

Hasır sulu alanlardaki sazlıklardan toplanan sazlardan yapılır. Bunlara “cil” toplanmasına da “Cil Çekme” denir. Bu işler genelde kadınlar tarafından yapılır. Toplanan ciller önce kurutulur ve kurutulduktan sonra bir kısmı ılık suda nemlendirilerek örülüp kalın ve uzun ip haline getirilir. İp haline getirilen ciller hasır tezgahlarında dikey biçimde gerilir. Kalan ciller de yine nemlendirilerek bu iplerin bir altından bir üstünden geçirilerek hasır haline getirilir. Hasırlar bazen sade bazen de desen verilerek yapılır.

Hasır; rutubeti ve havayı geçirmeme özelliğine de sahiptir. Eski dönemlerde yer ve duvar sergisi olarak kullanmasının yanında zemine serilerek halıyı nemden korumaya yarardı. Bunun dışında kullanımının kolay olması nedeniyle tahıl, yün ve tüy serip kurutma gibi günlük işlerde de sıkça kullanılmaktadır.

 

KEÇE :

 

Keçe; yün, kıl veya pamuğun ıslatıldıktan sonra dövülerek liflerinin birbirine kaynaştırılmasıyla elde edilir. Keçe bazen örtü, sergi ve çadır olarak bazen de giysi yapımında kullanılırdı.

Keçeciliğin yaygın olduğu yörelerin başında Orta Asya gelmektedir. Göçebe Orta Asya Türklerinin yaşamında önemli bir yer tutar. Çok eski dönemlerde, buralarda yapıldığı bilinmektedir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesiyle birlikte keçecilik de bir zanaat haline gelmiştir. Anadolu Selçukluları döneminde, Ahilik örgütü içinde yer alan esnaf loncaları arasında keçecilik de vardır. Keçeci kalfalar, yıllar süren çalışmalarla kendilerini yetiştirdikten sonra dükkan açma hakkını kazanırlardı.

Yöremizde hayvancılığın yaygın olması özellikle de eski dönemlerde küçükbaş hayvan sayısının fazlalığı, keçeciliğin gelişmesine neden olmuştur. Bazı köylerimizde geleneksel yöntemlerle az da olsa hâlâ yapılmaktadır.

Keçe yapımı için öncelikle koyunların sırtından kesilen yünler suda ıslatılıp yıkanır ve temizlenir. Temizlenen yün elde tiftiklendikten sonra yaylarla lif haline getirilir. Yere serilen çadırın üzerine büyük bir bez serildikten sonra nemlendirilen yünler bu bezin üzerine yayılır. Yün yayılırken keçe ustası tarafından renklendirilmiş yünlerle desen oluşturulur. Daha sonra bezin uçları yünün üzerine katlanır ve içine uzun bir ağaç konularak çadırla birlikte rulo haline getirilir. Yün liflerinin iç içe kaynaması için rulo belirli aralıklarla sıcak suyla ıslatılarak insanlar tarafından tekmelenir. Rulo, keçe haline getirilinceye kadar bu işlem sürdürülür. Hazır hale gelen keçe sıcak su dökülerek çıkarılır.

Keçe yapımı halk arasında bir şenlik haline getirilmiştir. Köy halkı keçe yapılan evde toplanır ve ev halkı tarafından hazırlanan yiyecekler gelenlere ikram edilir. İkramlar bişi , katmer, feselli ,mafiş, gevrek gibi hamurdan yapılan yöresel yiyeceklerdir.

 

DAMAL BEBEĞİ :

Damal ilçemiz ve yöresi, Orta Asya’dan Avrupa’ya göç eden Türk boylarının geçiş güzergahında bulunan bir yerleşim alanıdır. Yöre halkı “Türkmen” olup günümüze kadar kendi gelenek ve göreneklerini korumuşlardır. Bu yörenin en önemli özelliliklerinden biri, yörede yaşayan kadınların Orta Asya Oğuz Türkleri’nin kıyafetlerini kullanmalarıdır. Bu kıyafetler; üç etek, önlük, gömlek, şalvar, yelek, cepken, göğüslük, tor, fes, takke ve kolçak gibi parçalardan oluşur.

Günümüzde de kullanılan bu kıyafetler giyinenin yaşına, sosyal durumuna ve ekonomik gücüne göre değişiklik gösterir. Örneğin bu kıyafetin bir parçası olan göğüslüğün koyu renkli kumaştan yapılanını yaşlı kadınlar ve dul kadınlar, tamamen boncuktan yapılanını ise genç kadınlar giyer. Genç, evli, çocuklu , dul ve oğlu askere gitmiş kadının gelinin, ninelerin taktıkları başlığın farklı özellikleri vardır. Yeni evli kadın en az beş entari, üç etek, bir yelek giyer.

Geçmişte yöre kadınları bu kıyafetlerin küçüklerini, ağaçtan yapılan bebeklere giydirerek çocuklarına oyuncak yapmaktaydılar. Günümüzde bu giysiler plastik bebekler üzerine giydirilerek meraklılarına satılmaktadır. Bu giysiler iyi bir işçilik ve el emeği ile kumaş bezler üzerine boncuklarla işlenerek yapılmaktadır.Damal bebeği, 1996 yılında Japonya’da düzenlenen “Yöresel Folklorik Bebekler” yarışmasında el emeği kategorisinde dünya birincisi olmuştur.

ÂŞIKLAR

Edebi kültürümüzün yapı taşlarından biride “Âşık Edebiyatı”dır. Tarihimizin sosyal ve kültürel olaylarını günümüze taşımada en önemli araçlardan biri olan âşıklık geleneği aslında islamiyet öncesi ozanlık geleneğinin bir devamıdır. Ozanlar kopuz eşliğinde söyledikleri şiirlerle yaşadıkları toplumun duygu ve düşüncelerini dile getirmişlerdir. Tarihi olayları şiirlerine konu etmişlerdir. Ozanlar, kopuz çalıp şiir söylemelerinin yanında büyücülük, oyunculuk, hekimlik gibi işler de yaparak çevrelerine yardımcı olmuşlardır. 15.y.y.da İslamiyet’in de etkisi ile ozanların yerini, saz çalıp türkü ve şiir söyleyen âşıklar almıştır.Asırlar boyunca Anadolu’da sayısız saz şairi ve âşık yetişmiştir. Bunlar halkın geleneklerini ve göreneklerini, acılarını, mutluluklarını konu alan sayısız eser bırakmıştır. Halk şiirine bugün bile merak ve ilgi duyulmasının sebebi, halkın içinden gelen insanlar tarafından halkın duygularının dile getirilmesidir.

Âşıklar şiirlerini koşma, yedekli koşma, siçilleme, semai, destan ve divani tarzlarında söylemiştir. Hece ölçüsü ile yazdıkları şiirlerinde nazım birimi dörtlüktür. En çok kullandıkları hece kalıpları 7 –8-11 ve 15 tir.

Anadolu’da âşıklık geleneğinin en yaygın olduğu coğrafya Kars-Ardahan-Erzurum yöresidir. İlimizde bu geleneğin en önemli temsilcileri Âşık Şenlik, Âşık Zülali ve Âşık Mazlumi’dir.

AŞIK MAZLUMİ: Ardahan’ın Hanak ilçesinde dünyaya gelen ve asıl adı Ahmet olan Aşık Mazlumi’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1855-1922 tarihleri arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. İlk tahsilini Ortahanak’ta yaptıktan sonra bu yörenin kültür merkezi olan Ahıska’ya giderek medrese eğitimi almıştır. Daha sonra memleketi Ortahanak’a gelerek burada imamlık yapmıştır.

Saz çalmayı bilmediği için şiirlerini irticalen söylemiştir. Ancak kendi el yazısı ile yazdığı şiirlerini topladığı defteri kaybolduğu için birçok şiiri günümüze ulaşmamıştır.

Bölgenin Ruslar tarafından işgal edildiği dönemlerde yaşayan Mazlumi, bu dönemdeki esaret ve zulümleri şiirlerinde dile getirmiş, yöre halkına önderlik etmiştir. Yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi olaylarına kayıtsız kalmayan, halkını bilinçlendirmeyi kendine görev edinmiş vatansever bir şairdir.

Şiirlerinde vatan, millet, din, aşk ve hayat temaları, ağırlıkla işlenen konulardır. Şiirlerinde ağır bir dil kullanmamış, duygularını sade halk dili ile ifade etmiştir.

 

Şairin dünyevi güzellikler peşinde koşan Gönül ile onu mantıklı olmaya çağıran Akıl arasındaki çatışmayı dile aldığı ve sonunda aklın galip geldiği “Akıl ile Gönül Destanı”ndaki birkaç dörtlük şöyledir:

 

AŞIK ŞENLİK : Âşık Şenlik, 1850 yılında Çıldır ilçesinin Suhara (Yakınsu ) köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Hasan’dır. Babası, Kadirgiller’den Molla Kadir’dir. Çiftçilikle uğraşan orta halli bir köylüdür. Annesi Zeliha Hanım okuma yazma bilen, zeki görgülü ve bilgili bir kadındır.

Hasan, yöredeki her çocuk gibi Âşık Meclislerinde destan ve cenk hikayeleri dinlemeye meraklıydı. Her akşam babası ile birlikte Âşık Meclislerine gider; cenk, destan veya şehit menkıbeleri dinlerdi.

Bir av tutkunu olan Hasan, on dört yaşına geldiğinde ava gider ve iki gün boyunca orada uyuya kalır. Uyandığında “Âşık Şenlik” mahlası ile söylediği ilk şiirinde şairlik kudretini bulduğunu, rüyasında Allah’ın cemalini gördüğünü ve kudretinden ders alarak Arapça, Farsça, İbranice dillerini öğrendiğini söyler.

Âşık Şenlik ne bir medrese eğitimi görmüştür ne de bir hocadan ders almıştır. Ancak üstün zekası ve keskin hafızası sayesinde elde ettiği bilgilerle bu açığı gidermiştir. Ahılkelekli Âşık Nuri’den saz çalmasını öğrenen Şenlik’in ünü hızla yayılmıştır.

1913 yılında davet edildiği Revan’da, Revan Hanlarının ünlü âşıkları ile karşılaşır ve onlardan üstün gelir. Bunun üzerine âşıkları yenilen ve kendi itibarları azalan Revan Hanları, Âşık Şenlik’in yemeğine zehir koyarlar. Revan’da hastalanan Şenlik Çıldır’a gelirken Arpaçay’ın Dalaver Köyünde ölür, cenazesi Suhara’ya getirilerek burada toprağa verilir.

Âşıklık geleneğinin önde gelen ustalarından biri olan Âşık Şenlik, yaşamı boyunca birçok çırak yetiştirmiş ve kendisinden sonra gelen âşıkları da etkilemiştir. Yaşadığı dönem itibari ile Rus işgalini gören, göç ve felaketlere tanık olan Şenlik’in edebi kişiliği bu olayların bıraktığı duygularla şekillenmiştir. Âşık Şenlik; divani, koşma, yedekli koşma, tecnis, şeki/sicilleme, destan, türkü ve bayati gibi halk şiirleri türünde eserler vermiştir.

ÂŞIK ZÜLALİ : Âşık Zülali, 1873 yılında Posof’un Suskap köyünde doğmuştur. Asıl adı Yusuf Kökten’dir. ilk tahsilini köyünde yapmış medreseyi ise Digor’da tamamlamıştır. Kültürlü bir zat olan dedesinin onun eğitiminde önemli etkileri olmuştur. Âşık Zülali, İstanbul’da müderris olan ağabeyinin yanına giderek orada medrese eğitimine devam etmiş ve Arapça-Farsça öğrenmiştir.

On iki yaşındayken gördüğü iki rüya ile bade içmiş ve halk âşığı olmuştur. Bu tarihten sonra “Zülali” mahlası ile şiirler söylemeye başlamıştır. 1893 yılında Bursa’ya giderek Posof ve Artvinli 93 muhacirlerini ziyaret etmiş ve orada Hamidiye Ziraat Mektebi’ne girerek üç sene okumuştur. 1896 yılında bir hastalık sebebi ile Posof’a dönmüş ve yöre halkını düşman işgaline karşı bilinçlendirmeye çalışmıştır. 1904 yılından itibaren sazı bırakarak mekteplerde Türkçe ve Din dersi hocalığı yapmaya başlamıştır. 1910 yılında Bursa’ya, oradan da Afyon’a göç etti. 1946 yılında Eskişehir’in Çifteler ilçesine geldi, burada imamlık yaptı. 18.12.1956 tarihinde Eskişehir’de vefat etti ve Çifteler ilçesinde toprağa verildi.

Devrinin en önemli üç âşığından biri olan Âşık Zülali ( Çıldırlı Âşık Şenlik, Narmanlı Âşık Sümmani ) savaşların ve felaketlerin olduğu bir dönemin çocuğu olarak yetişti. Bulunduğu dönemin zorluklarına rağmen okuyarak kendisini aydın bir insan olarak yetiştirdi. Yaşamı boyunca çok yer değiştirmek zorunda kalması nedeniyle aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, memleket sevgisi, yoksulluk, nasihat, tasavvuf ve sosyal hadiseler onun şiirinin başlıca temasını oluşturur.

 

 

Ruhsati

Mayıs 8, 2007
KOŞMA
 
Ya İlahi görünmezden bir devlet
Zekatını veremezsem geri al
Helalından dört öküz ver Yarabbi
Koşup çifte süremezsem geri al
 
Yoksulluğu ezberledim nideyim
Verin aşkın badesini yudayım
Biraz altın ver ki hacca gideyim
Bu kavl üzre duramazsam geri al
 
Çok verirsin bi-namaza hayına
Saldın beni züğürtlüğün yanına
Köprüler yaptıram Tecem Suyu’na
Kagir bina kuramazsam geri al
 
Bir söz ver Yarabbi göreyim şimdi
Yoksulluk elinden ciğerim yandı
Üryana bir gömlek yetime hindi
Rızan için saramazsam geri al
 
Ne mümkün Yarabbim yolundan sapam
Ruhsat'in terk edip dünyaya tapam
Senin rızan için bir oda yapam
İki minder seremezsem geri al
 
KOŞMA

 Daha senden gayrı âşık mı yoktur
Nedir bu telaşın ey deli gönül
Hele düşün devr-i Adem’den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül
 Günde bir yol duman çöker serime
Elim ermez gidem kisb ü kârime
Kendi bildiğine doğrudur deme
Gel iki adama uy deli gönül
 Şu yalan dünyadan ümidini üz
İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz
Hanen mezaristan malın bir top bez
Daha doymadıysan doy deli gönül
 Baktım iki kişi mezar eşiyor
Gam kasavet geldi boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gel de bu rüyayı yoy deli gönül
 Birgün bindirirler ölüm atına
Yarın iletirler Hakk’ın katına
Topraklar susamış adam etine
Hep ağzını açmış hey deli gönül
 Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
RUHSATÎ dünyadan geçemiyorsun
Topraklar başına vay deli gönül
 RUHSATΠ

Ardahan Aşıklar

Mayıs 8, 2007

Aşık Şenlik
Aşık Şeref Taşlıova
Aşık Sabri Şimşekoğlu

Aşık Sümmani

Aşık Murat Çobanoğlu

Aşık Yener Yılmazoğlu
Aşık Orhan Üstündağ
Aşık Maksut Koca Feryadi
Aşık Vahit Köroğlu
Aşık Zülali
· 1: SABRİ ŞİMŞEKOĞLU- HİCRAN ALAYLARI
· 2: Murat Çobanoğlu – Kiziroğlu
· 3: Murat Çobanoğlu – Bir insan Varından
· 4: Atem Tutem Men Seni
· 5: Murat Çobanoğlu – Bir Sözüm Var
· 6: Murat Çobanoğlu – Çoban Kızı
· 7: Hinkal Türküsü (Hangel Türküsü)
· 8: Ardahan Potpori
· 9: Murat Çobanoğlu – Çoban Kızı
· 10: Sen Yanasın Toyugu Calan

HALK OZANLARIMIZ VE ŞİİRLERİ

Ülkemizde halk şairleri ve halk hikayecilerinin en çok yetiştiği yöre Ardahan’dır. Bunun birçok sebebi vardır. Başta 93 Harbi olmak üzere 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı ve bunun sonucunda 40 yıl anavatandan ayrı kalmak gelmektedir. Düğün ve derneklerde saz şairleri ile halk hikayecilerimiz can kulağı ile dinlenen insanlardır. Milli acıları, edebi ve milli duyguları besleme ve doyurma isteği başta gelir.

İster saz vurmayan veya Ehl-i Dil, ister saz çalan deyişler söyleyen aşık, isterse yalnız halk deyişleri ve manzume yazanlar olsun, Ardahan ili en zengin halk şairleri ve hikayecilerinin ocağıdır denebilir. Yüzlerce halk şairi ve hikayecisi ile Ardahan’ın ne denli büyük bir mirasa sahip olduğu artık bütün yöreleri ile biliniyor ve takdir topluyor.

AŞIK ŞENLİK

Aşık Şenlik 1233/1850 yılında Çıldır ilçesinin Suhara (Yakınsu) köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Hasan’dır. Babası orta halli bir çiftçi olan Hasan yöredeki her çocuk gibi Aşık Meclislerine, Destan ve Cenk hikayeleri dinlemeye meraklıydı. Her akşam babası ile birlikte ya Aşık Meclislerine gider veya Köy Odalarına gider cenk, destan veya Şehit Menkıbeleri dinlerdi.

Aynı zamanda bir av tutkunu olan Hasan on dört yaşına geldiğinde bir gün ava gider ve uyuya kalır. İki gün boyunca uykuda kalır ve kendisini aramaya gelenlerin sorması üzerine “Aşık Şenlik” mahlası ile söylediği ilk şiirinde şairlik kudretini bulduğunu, rüyasında Allanın cemalini gördüğünü ve kudretten ders alarak Arapça, Farsça ve İbranice dillerini öğrendiğini söyler.

Aşık Şenlik ne bir Medrese eğitimi görmüş ne de bir hocadan ders almıştır. Ancak üstün zekası ve keskin hafızası sayesinde elde ettiği bilgilerle bu açığını gidermiştir. Ahılkelek’li Aşık Nuri’der saz çalmasını öğrenen Şenlik’in ünü hızla yayılır.

1913 yılında davet edildiği Revan’da Revan Hanlarının en ünlü aşıkları ile karşılaşır ve onlara karşı üstün gelir. Bunun üzerine Aşıkları yenilen ve kendi itibarları azalan Revan Hanları Aşık Şenliğin yemeğine zehir koyarlar. Revan’da hastalanan Şenlik Çıldır’a gelirken Arpaçay’ın Dalaver köyünde ölür, cenazesi Suhara’ya getirilerek burada toprağa verilir.

Aşıklık geleneğinin en önde gelen ustalarından biri olan Aşık Şenlik, yaşamı boyunca birçok çırak yetiştirmiş ve kendisinden sonra gelen birçok aşığı etkilemiştir. Yaşadığı dönem itibariyle Rus işgalini gören, göç ve felaketlere tanık olan Şenlik’in edebi kişiliği bu duygularla şekillenmiştir. Aşık Şenlik şiirlerini divani, koşma, yedekli koşma, tecnis, şeki/sicilleme,, destan, türkü ve bayatı gibi halk şiir türleriyle eserler vermiştir.

Aşık Şenlik’in 1877-1878 Türk-Rus savaşları üzerine yazdığı ünlü “93 Koçaklaması” şöyledir:

CAN SAĞ İKEN YURT VERMEYİZ DÜŞMANA
Ehli İslam olan eşitsin bilsin
Can sağ iken yurt vermeyiz düşmana
İsterse uruset neki var gelsin
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

Gurşanın gılıncı geyinin donu
Gavga bulutları sardı her yanı
Doğdu göç yiğidin şan alma günü

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

Asker olan bölüh bölüh bölünür
Sandınızmı Kars Kalesi alınır
Boz atlar üstünde gılıç çalınır

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

Kavga günü namert sapa yer arar
Er olan göğsünü düşmana gerer
Cemi ervah biznen meydana girer

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

Ben Asfer’dir bilin urusun aslı
Orman yabanisi balıhçı nesli
Hınzır sürüsüne dalın kurt misli

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

Hele Al’Osman’ın görmemiş zorun
Din gayreti olan tedarik görün
At tepin başkesin kazağı kırın
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

Şenlik ne durursuz atları minin
Sıyra gılınç düşman üstüne dönün
Artacahtır şanı bu Al’Osman’ın
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana

AŞIK ZÜLALİ

Aşık Zülali 1873 yılında Posof’un Suskap (Aşık Zülali) köyünde doğmuştur. Asıl adı Yusuf KÖKTEN’dir. İlk tahsilini köyünde yapmış medreseyi ise Digor’da tamamlamıştır. Kültürlü bir zat olan dedesinin eğitiminde önemli etkileri olmuştur. Aşık Zülali İstanbul’da müderris olan ağabeyinin yanına giderek orada medrese eğitimine devam etmiş ve Arapça-Farsça öğrenmiştir.

On iki yaşında iken gördüğü iki rüya ile Bade içmiş ve Halk Aşığı olmuştur. Bu tarihten sonra “Zülali” mahlası ile şiirler söylemeye başlamıştır. 1893 yılında Bursa’ya giderek Posof ve Artvin’li 93 muhacirlerini ziyaret etmiş ve orada Hamidiye Ziraat Mektebi’ne girerek üç sene okumuştur. 1896 yılında bir hastalık sebebiyle Posof a dönmüş ve yöre halkını düşman işgaline karşı bilinçlendirmeye çalışmıştır. 1904 yılından itibaren sazı bırakarak mekteplerde Türkçe ve Din dersi hocalığı yapmaya başladı. 1910 yılında Bursa’ya, oradan Afyon’a göç etti. 1946 yılında Eskişehir’in Çifteler ilçesine geldi, burada imamlık yaptı. 18.12.1956 tarihinde Eskişehir’de vefat etti ve Çifteler ilçesinde toprağa verildi.

Devrinin en önemli üç aşığından biri olan Şenlik (Çıldırlı Aşık Şenlik, Narmanlı Aşık Sümmani) savaşların ve felaketlerin olduğu bir dönemin çocuğu olarak yetişti. Bulunduğu dönem itibariyle çok zor olmasına rağmen okuyarak kendisini aydın bir insan olarak yetiştirdi. Yaşamı boyunca çok yer değiştirmek zorunda kalması nedeniyle aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, memleket sevgisi, yoksulluk, nasihat, tasavvuf ve sosyal hadiseler onun şiirinin başlıca temasını oluşturur.

AĞIR AĞIR
Üstadından öğüt istersen gönül
Var otur yanında kal ağır ağır

Herkesin ağzından akmaz şeker al
Düşünde edebin al ağır ağır

Her işin acele eyleme aman
Biraz sabreyle ki devrolsun zaman

Aleme bak sen de al elen keman

Elin arkasından çal ağır ağır

Bakarsın yok iken var olduk neden
Vücut yavaş yavaş tam olur beden

Çekirdek topraktan biter bir fidan

Büyüdükçe açar dal ağır ağır

Kimi gider bir namerde kul olur
Kimi yoksulluktan yanar kül olur
Yağmur yağar damla damla göl olur

Kimi böyle yığar mal ağır ağır

Kötü işten vazgeç kimse kınamaz
Terket o san’atı baktın yaramaz

Bakarsın bir kimse hasır bulamaz
Sonunda giyinir şal ağır ağır

Zülali, pir’inden öğüt al bari
Başın aşağı tut bakma yukarı
Günde onbin çiçek dolaşan arı
Kovanında yapar bal ağır ağır

Yöremizin bu ünlü iki aşığı 1890 yılında Çıldır’ın Suhara köyünde bir araya gelerek bir atışma yaparlar. Bu atışmanın bazı bölümleri şöyledir:

ŞENLİK:
Yine fikrim hayallandı uğraşır nara ile
Tabibsiz derdi çekerim melhemsiz yara ile

Arz ediben gitsem eğer pirin öz diyarına

Menzilim bin yıllık yoldur tükenmez bir ay ile

ZÜLALİ:
Yaman baktım çekti leşker bir ulu duğra ile
Fethetti burcu semayı döğüşür sahra ile

Sağolmaz yara çekeriz nah-nuyi kısmette biz

Eğerki Eflatun gelse tabib-i kübra ile

ŞENLİK:
Deli gönül bülbül olup dünyayı bir dağ bilir
Hesap etse şecereni budağı-be-budağı bilir
Kef nunu’u zemin arşı kafi azim dağ bilir

Yedi iklim çar köşeyi dolaşır sıra ile

ŞENLİK:
Nice defne vardır viranelerde
Benim gibi viranı gördün mü
Sadi hafız arkasında neler var
İran, Turan, Türkistanı gördün mü

ZÜLALİ:
Nice defneler nice viranlar
Ben çok mihr-i süleyman görmişem
Nice Tükistanlar nice Turanlar
İran Turan Türkistanı görmüşem

ŞENLİK:
Yıldırım misali atma ileri
Çeker mıknatıslar düşersin geri

Dara İsfandiyar Keyhüsrevi
Ürüstem tek pehlivanı gördün mü

ZULALI:
Nice filozoflar nice alimler
Nice nice kan içiçici zalimler

Cihangir Fatihler Yavuz Selimler

Nice Timur Alparslam görmüşem

ŞENLİK:
Serçe sahan ile eyler mi savaş
Sana kim dediki fil ile uğraş

Yüzünden kar yağar gözünden ataş

Şenlik gibi kahramanı gördün mü

ZÜLALİ:
Der Zülali dön bak önünde ne var
Kaçılmaz dört yanın çevrili duvar
İster olsun ağzı kanlı canavar
Ben yırtıcı çok arslanı görmüşem

ZÜLALİ:
Titrettin burcu semayı
Şark-u garptan haberin var deste aldın kürreyi
Üstadım kimden öğrendin sen bu ilmi alayı
Makamın müftü müderris sizi irfan dediler

ŞENLİK:
Hışma gelmiş çalkalanır sanasın Hind Denizi
O fışkıran dalgaların boğacak ben denizi

Vurup öldürmek mi fikrin anlasam vicdamzı
Malın mülkün hem hayatım size kurban dediler

http://www.ardahanychaskoy.com/pages/yF6resel-halk-ozanlarFD.php

Bulanık, Aşıklar, Aşık Namaz, Atışma, Uzun Hava,

Mayıs 8, 2007

ÂŞIKLARIMIZ

ÂŞIK NAMAZ

ÂŞIK İSA

ÂŞIK SERDAR

ÂŞIK AHMET

ÂŞIK NAMAZ

1898 de Ahıskanın LEVİS köyünde doğmuş, 1972 yılın da Bulanık ilçemiz de hakkın rahmetin kavuşmuştur. 5 erkek ve bir kızı olmak üzere 6 çocuk sahibidir. Bolşevik rejimi baskısı ve iç savaşlar nedeniyle göçe zorlanmış, her göç beraberinde zorluğu hasreti ve acıyı getirir, bununda bu göçü kolay olmamıştır evini mülkünü bırakmış mal ve can kayıpları vermiştir, at katır merkep kağnı arabalarıyla dağlar aşılarak gece gündüz demeden göç yollarına düşülmüştür. Hepside ilk ayrılıklarında geri dönüp köylerine baktıklarında gözyaşları seller sular gibi akmıştır. En acısı da insanın doğum yerini, bir başkası veya bir rejimin zorlamasıyla doğduğu toprakları terk etmesi çok acı ve dramatik bir olaydır. Tüm bunlara rağmen Kars ilimize yakın bir sınırdan. Türkiye ye geçmeyi başarmıştır. Oradan üçe ayrılan bir göç kolunun birinci kafilesiyle, güç koşullarda Bulanığa ulaşmıştır. 1972 yılı ölümüne kadar Bulanık ta yaşamış, bu süre içinde yüreği hep vatan hasreti ve özlemiyle dolup taşmıştır. Ciddi bir kişilik yapısı olan bu zati muhterem aşığımız yöre yaşamışlığının zorluklarını felsefi kibarlıkla yoğurarak mahnı ve türkülere dökmesi, karşılıklı deyişmesi onun zekâsının üstünlüğünü de kanıtlamaktadır.

Elinde sazı penasıyla âdete sazı konuştururcasına vurmasıyla ünlüydü. Sazından çıkan nağmeler bizleri gizemli dünyalara götürürdü. Güzel konuşması, hatırı sayılı, ağır başlı, vakur davranması herkesi büyülemiştir. Sazı sözü ve sesinin güzelliği kalplerimizi süslemiş ve iz bırakmıştır. Ne yazık ki onun değerini tam anlamıyla bildiğimizi söyleyemeyiz. Ani ölümü bizleri derinden yaralamıştır. Birçok mahnı ve dizelerini beraberinde götürmüştür. .

Bulanık halkının ve onu yakinen tanıyan çoçuklarının da hayatta oluşları, sevgili Cemilimizin de sitesi onu gelecek kuşakların tanımalarına önemli bir fırsat olmuştur. Amacım kültürümüzün önemli bir parçasını oluşturan mahnı ve türkü deyişlerini, aşığımızın yaşam öyküsünü sizlerle paylaşmaktır.

İşte Göz Bebeğimiz Âşık Namazımızın Herkesi Peşinden Koştuğu Merakla Beklenen Mahnı ve deyişleri. Sayın İsmihan, Alihan, İsa, Atiklerin hayatta olmalarını ve bu dizeleri okumalarını çok isterdim.

Aldı âşık namazımız,

Bakalım ne dedi biz ne diyoruz.

Âşık namaz İsmihan Atiğin anasının yaşlı zamanında bakın nasıl bir terif diyer.

Nenem vesbi halın sual edeyim

Harya gider bele yolun ay nene

El dilinin destanıydı bir zaman

Gümüş kemer ince belin aynene

Bu mehlede gezmek miydi işlerin

Ağzın da törüyüf guzu dişlerin

Yaşın keçif, ağardı saçların

Darağ görmör sırma telin aynene

Gış gelif, ömrüne geçif növ bahar

Civanıydın gocalıfsan ne teher

Bu fani dünyada bir gün ölüm var

Gayır gayret versin elin ay nene

Sensen, uca dağın yorgun maralı

Al üstüne bağlayıfsan garalı

Aşna yardan ne gezersen aralı

Olmasın incidif dilin ay nene

Aşık namaz sözün töker yazıya

Terife layığdı nene merziye

Uzağlara gidemmirsen geziye

Kesilif gomşudan yolun aynene

Âşık namaz ile Âşık Ahmedin deyişleri

Aldı Âşık Ahmet— Ehli dil olana bir suvalim var

Ayakmı yahşıdı elmi yahşıdı

Ey danışsa gönlümüzü hoş eyler

Dodağmı yahşıdı dilmi yağşıdı

Aldı Âşık Namaz— Ehli dilem Annamışam sözünü

Ayakta yahşıdır elde yahşıdır.

İkiside hoş möhübet ederse

Dodağda yahşıdı dilde yağşıdı

Aldı Âşık Ahmet— Birisi geşt eyler gezer ovayı

Elvan çiçeklernen gurar davayı

Yiyende ey eder derdi davayı

Arımı yahşıdı balmı yahşıdı.

Aldı Âşık Namaz— Gurumuş ağacın dalı olurmu

Arılar olmasa balı olurmu

Balı vermiyenler şifa bulurmu

Arıda yahşıdı balda yahşıdı

Aldı Âşık Ahmet— Ehmedem gezmedim doya doya

Biri pervaz eyler çıkar havaya

Biri türlü renk verir ovaya

Bülbülmü yahşıdı gülmü yahşıdı

Aldı Âşık namaz—- Âşık Namaz gurbet gezer sazınan

Bülbüller ötüşür hoş avazınan

Güller biter baharınan yazınan

Bülbülde yahşıdı gülde yahşıdı

Âşık Namazın Ahıskadaki babasınının köyünde iki koyunları ölür. Çoban merkebin beline ölen koyunları yükleyerek getirir ve kapının önüne indirir. Komşuları toplanır, kapı da otururlar, Âşık Namaza derlerki bu koyunlarla ilgili olmak üzere bir türkü söyle, Âşık namaz şöyle söyler

Canım çoban gözüm çoban

Çoban niye sebep oldun

Seninen gurayım divan

Çoban niye sebep oldun

Çoban sen vurdun goyunu

Başıma gettin oyunu

Yıktın babamın öyünü

Çoban niye sebep oldun

Sözü söylerem derinen

Bir ataş çıktı serimnen

Namazı ettin malınnan

Çoban niye sebep oldun

Âşık Namaz bir mecliste saz çalıp söylerken arkasından birisinin kendisinin aleyhinde konuştuğunu duyar ve ona şu aşağıdaki mahnılarla cevap verir.

Gene beni yaraladı namerdin acı sözü

İki gözüm kan ağladı, sele dokunma sakın

Beni derbeder eyledi Bülbülün ahı zarı

Sahipsiz bir bağa girip güle dokunma sakın

Onu bunu gıybet edip yeme insan etini

Geçmez pula indirirsin, sen kendi kıymetini

Ettiğin karşına çıkar çekersin zahmetini

Suçu günahı olmayan kula dokunma sakın

Âşık namaz eyi bilir sohbetini sözünü

Lahu kalem böyle yazmış kaderimi yazımı

Sen arkam dan çekiştirme oğlum ve kızımı

Bu kaderin rüzgârıdır Yele dokunma sakın.

Diğer mahnıları şöyle devam edip gider.

Ezizim hayif eler

Dost geler hayıf eyler

Öldürmez bu dert meni

Düşürer zayıf eyler

Ezizim guzu gurban

Goç gurban kuzu gurban

Merdin bir tenesine

Namerdin yüzü gurban

Âşık diyer mezelendi

Mey içenler mezelendi

Bafalı dostu gördüm

Üreğim tezelendi

Âşık diyer meze ganim

Mey gannı me gannım

Korkaram hesret ölem

Yurdumda geze gannım.

Âşık diyer daştı canı

Kehliğin daştı canı

Goy bu derdi men çekim

Desinler, daştı canı

Ezim daş gibi

Koyun otlar daş gibi

Goy bu derdi men çekim

Gören desin daştı canı.

Âşık diyer gözel al

Giy gettine gözel al

Bey Bafadan hendem olmaz

Ara aslı gözel al

Ezizim dolu düşer

Gar yağar dolu düşer

Mezerimi yol üste gaz

Dost geler yolu düşer.

Bu deyiş ve mahnıları biz bulanıklılara tattıran Âşık namazımızın Oğullarından olan başta saysın Ziya sazcıya ve diğer oğullarına kızları olan Bayan Lalizer hanımefendiye bana faksla gönderen sevgili Mehmet çelike sonsuz teşekkürlerimizi sunarım.

ÂŞIK İSA— Oda Âşık Namaz gibi Ahıskadan gelmedir. Aynı yaşam koşulları onunda yakasından hiçbir zaman eksilmedi, mert ve babacan tavırlı biriydi, sözünün erbabı, açık sözlü, kadir kıymet bilen olarak yöremizin saygın âşıklarındandı. Bu aşığımızı da maalesef yâd ellere uçurmuşuz, halen İzmir ilimiz de yaşıyor olması teselli kaynağımızdır. Galiba bunu da öldükten sonra kıymetini bileceğiz, Allah geçinden versin(Bu aşığımız hakkında araştırmalarımız sürüyor, daha sonra sitemize aktarılacaktır)Yaşamının uzun ömürlü olmasını diliyoruz.

Dağlar, dağlar, viran dağlar

Âşık İsamızın hasretliği

Yüreklerimizi dağlar

Bir gün bu fani dünyadan göçerse

Başucunda kimi ağlar

SERDAR SEYFETTİN(SEFO) NUN OĞLU- Saz ve söz aşığımızdır. Güzel sesli oluşu herkesin gönlünü kazanmasına yetmiştir tok sesli ve de birçok dizeleri olduğu gerçektir ancak, dizelerine şu an ulaşılamamıştır. Bilenler varsa siteye aktarılırsa seviniriz.(daha sonra söz edilecektir)

ÂŞIK AHMMET-( Saz ve söz Aşığımızdır) Sayın âşık Namazımızın kayın biraderidir. Ne yazık ki kaderin acı cilvesi sonucu, rivayetlere göre çiçek hastalığı, kimine göre şeker hastalığı sonucu iki gözünü kaybetmiş olması. Üstün moral motivasyonu sayesinde onu hiç etkilenmemiştir. Dizeleri kendi karanlık dünyasını aydınlattığı gibi bizim de dünyamıza karşı bakış açımızı kuvvetlendirmiştir. Âşık namazımızla deyişmesi onun ne denli önemli bir âşık olduğunu göstermesi bakımdan yeterlidir. Dizeleri güzellikler ve dostluklarla dolu olduğunu gösteriyor. Yörenin fiziksel koşulları onu da etkilemiştir.

İşte dizelerinden bir örnek

Ehli dil olana bir suvalim var

Ayakmı yahşıdı elmi yakşıdı

Ey danışsa gönlünü hoş eyler

Dodağmı yahşıdı dilmi yahşıdı

Not. Âşıklarımızın dizelerinde noktalama işlemi yapılmamıştır. Orjinalliğinin korunması düşünülmüştür.

GÖKHAN GÜNEY

Bulanık, Türkü, Mahnı, Atışma, Uzun Hava, Horavel, Aşık Namaz,

Mayıs 8, 2007

TÜRKÜLERİMİZ

(TÜRKÜ-MAHNI-ATIŞMA-DEYİŞLER-UZUN HAVA-HORAVEL)

TÜRKÜ

Yöre insanlarının gelenek ve göreneklerini veya tüm yaşam tarzlarını dizeler şeklinde yazılarak söylenen halk şiirlerine türkü denilmektedir. Fakat durum şartlara göre kendi içinde değişim gösterir. Anadolu’muz türkü yönünden oldukça zengin bir mirasa sahiptir. Bu miras kuşaktan kuşağa aktarılır. Her yörenin kendine özgü türkülere vardır. Ninni, taşlama, aşk, sevgi, yergi ve oyun gibi çeşitlenmektedir. Yöremiz Anadolu türkü karakteri özeliği taşır. Daha çok mahnı ( mani) türüdür.

MAHNI (MANİ )

Yöremizde manilere (mahnı) denir. Mahnılar insanlar arasında sevgi ve hoşgörü bağlarını kuvvetlendirir nitelikte dizelerdir. Yani bunun yazarı belli olmayan bir tür folklor gibidir. Anadolumuzun zenginliği yöremizede katkı sağlamıştır. Yöremizde en azından herkes bir mani biliyordur. Örneklersek:

Git O Toydan Ot Getir

Bu Toydan Ot Getir

Ben Halanın Kızına

İşmar Edende

Sen Diline Salâvat Getir.

ATIŞMA

Âşıkların karşılıklı olarak saz çalarak birbirleriyle giriştikleri amansız bir söz düellosu gibidir. Bu karşılıklı atışma hoş bir havada geçer. Yöremizin âşıklarından âşık namaz ve âşık İsa’mız bu atışmaları büyük bir ustalıkla yaparlardı. Âşık namazımızı rahmetle anıyorum. Âşık İsa’mıza da uzun ömür diliyorum. Bir sonraki âşıklarımız bölümünde bu iki değerli aşığımıza tekrar değineceğim.

DEYİŞLER

Bir kimsenin bir konu hakkında söyleme bicimi ifade ediş tarzları şeklinde tanımlanırlar. Yöremizde deyişler yaygındır. Âşıklar sazlarıyla deyişleri söylerler.

UZUN HAVA

Belirli bir karakterleri olmayan türkülerdir. Yöresel öğelerin etkisi altında gelişerek özelliklerini kazanmışlardır. Yöremiz de uzun havalar çokça söylenmekte olup birçok uzun hava okuyan seslerimiz vardır. İsimleri az sonra önünüze gelecek.

HORAVEL

Bir çeşit mahnı tipi olup yöremizin özelliği horavel söylenmesi için vazgeçilmez bir tutkudur. Hodağların seslerini uzaklara duyurmak için öküz bonduruğundan koro halinde söyledikleri mahnılardır. Örneklersek

Horavelin Uzunu

Koyuna Döktüm Tuzunu

Horavel Çağırmıyanın

Öpeyim Halasının Kızını

Ho Babam Ho

Aybalam Aybalam

O Toyda Kaldı Halam

Mecalim Yok ki Gelem

Söyleyin İmdada

Gelsin Lelem

HORAVEL

Yöremizin olmazsa olmazıdır. Çünkü herik yani nadaslar birçok yörede olduğu gibi imece usulü ile yapılmaktadır. Kotanın yani pulluğu çekmek için önüne 5 veya 6 çift öküz koşulur bu öküzleri sürmek için bonduruklara hodağlar bindirilir bu hodağlar jokeyler gibi öküzleri sürerler işte bunlara hodağ denir. Ellerindeki daddı baba çubuğuyla ho babam ho derler öküze birer tane vururlar öküzler pulluğu cekmeye başlarlar böylece herik sürme işlemi başlar. Bu işler sabahın alaca karanlığında yapılır herik sahibi o gün kuşluk yemeğini getirmek zorundadır. Kaba kuşluğa doğru hodağlar acıkırlar bu sırada yüksek sesle horavele başlarlar yemek gecikirse o gün herik sahıbi zararlı çıkar çünkü öküzleri yavaşlatırlar olan nadas sahibine olur. Eğer işler tersi olurda o gün kete pişi erişte pilavı gelmişse hodağlar bayram ederler. Seslerin daha çok çıkarılar ho babam ho seleri yeri göğü inletir. Hodağların hep birlikte söyledikleri bu mahnılara biz horavel diyoruz. Herikte hodağların korkulu rüyaları pulluğu iki ucundan iki eliyle tutan ve de koltuk altında sapakel denilen bir aleti taşır o alet kotanı temizlemek içindir, elinde sapakel olan bu kişiye maçkal denir. Bu kişi o an oranın en sorumlusu durumundadır. Uyuyan ve de görevini aksatan hodağlara yerden aldığı bir kesek parçasını fırlatır, kesek parçası sert olmadığından hodağa ulaşıncaya kadar atılan mesafede ulaşmadan dağılır, eğer sert ise hodağa değerek uyarılması sağlanır. Böylece aynı tempo imecenin kararlaştığı güne kadar aralıksız sürer. Yalnız hafta içi herhangi bir günde mola verilir bu işlem devam edip gider. Bunda en önemlisi hızlı sürüm fazla herikdir. 30 gün sürer. Hodağlara emekleri karşılığı bir günlük nadas ya da başka hediyelerle ödüllendirilir.

HORAVEL –Hodağların açlık hislerini bastırmak için hep birlikte söyledikleri mahnı türü çağrışımlardır.

MAÇKAL-Kotanı iki eliyle tutup dengeyi sağlamak. Ve kotan ekibini idare eden kişiye maçkal denir.

HODAĞ—Herik yanı nadas yapılırken bonduruğa koşulan öküzleri süren gençlerden oluşan ekibin her birinin adına hodağ denir.

BONDURUK –Öküzlerin arabayı çekmek için boyunlarına takılan üstü kalın altı ince iki ağaçtan oluşan bir yapıdır.

KARAGAYIŞ-Herik yapılırken en kuvvetli öküzlerin koşulduğu corosun iki gerisinde kotanı en dibinde en zor yerlere koşulan yerdir. Güneş dadanın comuşları hep buraya koşulurdu.

SAPAKEL-Kotan her bitim yerine gelindiğinde temizlenmesi için bir ağaç ucuna üçgen şeklinde takılan bir alettir. Hodağlar bundan korkarlar maçkal aniden bununla vurabilir.

YÖREMİZİN ÇALGI ALETLERİ VE BUNLARI ÇALANLAR

ZURNA VE MEY-Vacip dayı

DAVUL VE ZURNA-Kemo dayı

MEY USTAMIZ- Godu dayı

KAVAL-Şerafettin Şero

KAVAL-Alıyarların Fevzi

TULUM-Ensar ve yine Şero

DEFCİMİZ-Naima Abla tüm Bulanıklıların ablası (GİNAVET: Gecelerinin vazgeçilmez tutkusu)

KAMIŞ DÜDÜK-Ensar ve tüm Bulanıklıkların ve herkesin denediği bir tutku. Birçok çoban önce bunu çalar sonra kavalı öğrenir.

YÖREMİZİN GÜZEL TÜRKÜ SÖYLEYENLERİ

RAHMİ BEY: Uzun hava türküleriyle gecelerimizi süslerdi yıldızlarda onu dinlerdi

FAHRETTİN FAĞO: Uzun havası ile yer gök inler neredeyse bulutlar yağmur çiselerdi.

RİDAYETTİN RİDO: Rido lakaplı ve de herkes onu dayı diye çağırmasından dayı lakabı da eklenmiştir. Türküleri hiçbir Bulanıklının belleğinden silinmemiştir. Güzel sesiyle gönlümüzde taht kurmuştur. Hele bir de söylediği

Cevizin Yaprağı Dal Arasında

Severler Güzeli Bağ Arasında

oldumu diyecek yok.

NEJDET KASAPÇI: Yanık bir sese sahip ve de sinema hoparlörlerin den uzaktan da olsa onu hep dinlerdik, en güzel söylediği türkü:

Senden Ayrı Yaşayamam

Bu Aşkın Izdırabı Bilmem

Ne Zaman Bitecek

AYHAN GÜNEY: Toylarımızın ve ĞINAVENT gecelerimizin türkü söyleyenleri arasında ön saflarda yer alırdı Uzun havaları kusursuz söylerdi:

Böyle Bağlar

Yar Başını Böyle Bağlar

Eridim Kamış Oldum

Altın İdim Gümüş Oldum

Uzun havası gönüllerde taht kurmuştur. Bu ses bülbüllerimizin ölenlerine rahmet sağ kalanlarına uzun ömür diliyoruz.

SAYIN ÂŞIK NAMAZDAN TÜRKÜLER

Gene didalarım doldu yaşınan

Beçere gönlümün cefasınnandır

Bir yiğit bir yerde gonsa

Onunda gendinin gafasınnandır

Deli gönül hile sezeyen olsa

Sonalar göllerde üzeyen olsa

Bir kız kapı kapı gezeyen olsa

Onunda namusu anasınnandır.

Namaz diyer gene gönlüm bulansa

Göz göz olsa yaralarım sulansa

Bir arvatki yolsuz yolsuz dolansa

Vijdanı guvatlı gocasınnandır

Âşık diyer gözel al

Giy gettine gözel al

Bey bafadan hendem olmaz

Ara aslı gözel al

Âşık diyer gözel alma

Yemeğe gözel alma

Bafalı çirkini al

Bafasız gözel alma

Âşık diyer balık üzdü

Deryada balık üzdü

Malımı gözel yesin

Yemesin çarık üzdü

SAYIN ÂŞIK NAMAZDAN TÜRKÜLER

Sözde bir olmuyan evde

Yoksul düşüp ayrı dursan yahşıdı

Namerdin davatına gitmekten

Mert yanında ac otursan yahşıdı

İncinirsen bir kimsenin dilinden

Möhübbeti kabul olmaz elinden

Asılsız kimsenin bağda gülünden

Çöl yabanda lala dersen yahşıdı

Namaz diyer derde mert bulur çara

Namert ne kişidir ki yarayı sara

Bir ahbabki davat etse bir şere

Gitme diye yol göstersen yahşıdı

Ezizim yatan garı

Dağların yatan garı

İyidi tez gocaldar

Akşamnan yatan garı

Âşık diyer daş daşı

Koş araban daş daşı

Çirkin ile bal yeme

Gözel ile daşdaşı

Ala gözlüm koç eyleyif yurdunnan

Kendi köçüf yurdu galan sevdiğim

Yuğum gelmez yata bilmem derdimnen

Verifsen gönlüme talan sevdiğim

Cerrah hekim yarasında görünmör

Gönlüm ister sırasında görünmör

Ele gedif binesinde görünmör

Vaz gelif terkini gılan sevdiğim

Namaz diyer destinde bada tutunan

Nice doymak olur çilve satannan

El çekif yerinen köhne vatannan

Vaz gelif terkini gılan sevdiğim

Sayın Âşık Namazımızın aşağıdaki dizelerde met etiği adamın adı serdar eyüp adındaki bir yiğidimiz ermeni çetelerinin Türklere ve müslüman kim olursa olsun saldırılarına karşı silahlanarak dağlara çıkar. Batum, Tiflis ahıska ahırkelek, borcom gibi bölgelerde ermeni ler le savaşarak halkı korumuştur. Sayın Âşık Namazımızın söylediğine göre Serdar Eyübün köy civarına geldiği haberini duyan ermeni ler evlerinden uzun süre dışarı çıkamazlar. Bu yiğit insanımızın kahramanlık mazisi uzundur. Ona şimdilik Allahtan tan Rahmet diliyoruz.

Ve onun için söylenenlere kulak veriyoruz.

Gene sedelendi durdu yeridi

Serdar Eyüp Ahırkelek elinde

Alı kimi hacastanın biriydi

Serdar eyip ahırkelek elinde

Habar alsan aslı nesli yüz ağa

Göyde şümşek kimi oynar uzağa

Geldi borççalıdan geçti gazağa

Serdar eyip ahırkelek elinde

O can feda bu can bezer yazıldı

Onda gâvurların fendi bozuldu

Ermeniye hezreti Ali kesildi

Serdar eyip ahırkelek elinde

Namaz diyer mevlam onu bele yarattı

Bedir aslan üzdü gaflan sufattı

Çintiyen gılıçlı altı boz attı

Serdar eyip ahırkelek elinde

http://www.bizimbulanik.com/yeni/turkulerimizvesanatcilarimiz.asp