Archive for the 'Genel' Category

Değerli Okurla…

Nisan 27, 2012

Görsel

Değerli Okurlar,

Yazarımız Sayın Arslan KÜÇÜKYILDIZ tarafından hazırlanan “KİTÂB-I ÖKÜZ -ÖKÜZ ŞAKALARI-” isimli kitabımızın dağıtımı 25 NİSAN 2012 tarihi itibarıyla yapılmış bulunmaktadır. İnternet sitelerinden ve seçkin kitabevlerinden temin edebilirsiniz. İlginize teşekkür ederiz.

Ebat: 13.5×23 cm.

Sayfa: 208

Fiyatı: 15.00 TL.

 

KİTÂB-I ÖKÜZ

-Öküz Şakaları-

 Arslan KÜÇÜKYILDIZ

 

Ömrümün baharında ve sonrasında her türden öküzü tanıma fırsatı bulmuştum…

Evet, yazarın bu tespitine Türkiye’de yaşayan herkes “ben de” diyerek katılacaktır.  Çünkü “öküzler” bizim için çok tanıdıktırlar. Daha doğumumuzdan başlayarak, ölümümüze kadar öküzlerle ilgili pek çok şey dinleyip, pek çok şeye tanık oluyoruz. Adeta “öküz” etrafında bir edebiyat hazinesi oluşmuş bulunuyor. Öküzlerle ilgili yüzlerce şaka, masal, hikâye, şiir, menkıbe, atasözü ve ninni hayatımızı kuşatıyor.

Arslan KÜÇÜKYILDIZ, “KİTÂB-I ÖKÜZ -Öküz Şakaları-” isimli bu eserde sadece “öküz” etrafında oluşan ve hayatımızı kuşatan “şakaları” topladı, bizlere sundu. “Öküz Bilgisine Giriş” mahiyetinde bu kitap ortaya çıktı.

Kitapta yer alan “öküzlerle” ilgili şakalar eğlence sebebiyle kitaba alınmış değildir. Şüphesiz, bu da okuyucu için bir faydadır. Ancak hedeflenen, bütün bu şakaların altında yatan ve zekice gizlenmiş bulunan mesajları kitlelerle buluşturmaktır.

 Ayrıca bu kitapta hiçbir “öküze” hususi bir maksatla yer verilmemiştir. Yazarın bütün çabası hazine değerindeki bu bilgilerin yok olup gitmemesidir.

Sarkaç Yayınları

Kıtlık günleri ve karneli hayatlar

Mayıs 8, 2007

Avni Özgürel

Yeni kuşaklar Ekmek Karnesi, kaput bezi, ihtikar, narh, Milli Koruma Kanunu gibi sözcüklere hayli yabancı. Oysa cumhurbaşkanı bile, çok değil 60 yıl önce evinde francala yenmesini yasaklamıştı…

22/10/2006 (914 kişi okudu)

AVNİ ÖZGÜREL (E-mektup | Arşivi)

Günümüz Türkiye’sinin ekonomik tablosundan şikâyetçiyiz… Gelir az, ihtiyaç fazla, borç gırtlakta, işsizlik çığ gibi… Listeyi uzatmayayım…
Geçmişi hatırlayıp halimize şükredelim demek istemiyorum elbette. Ama bundan tam 64 sene önce yani 18 Ekim 1942’de hükümetin ekmeği karneye bağlama kararı aldığını, o dönemin koşullarında şeker kıtlığı dolayısıyla nişastaya asit katılarak gikoza dönüştürmek, çayı kuru üzümle içmek türünden yollar icad edildiğini, ordunun ihtiyacı dolayısıyla köylünün elindeki öküzlere el konulduğunu unutmamak lazım.
Kuşkusuz 2. Dünya Savaşı’ydı yaşanan kıtlığın sebebi… Ankara siyasi bakımdan tam bir kararsızlık içindeydi. Müttefikler bastırdığında İngitere ve Fransa’yla ittifak anlaşması imzalanıyor, Almanya sert çıktığında yan çiziliyordu…
Hitler, ‘Alman orduları Türkiye hududuna 50 kilometre mesafede duracak’ teminatı verse de Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın aldığı kararla Büyükçekmece’den başlayıp Kırklareli ve Edirne’ye uzanan ve Çakmak Hattı diye anılan 200 kilometrelik surun inşası için ülkenin bütün kaynakları seferber ediliyordu. Ve İstanbul başta olmak üzere altı vilayette karartma uygulaması vardı. Sadece elektrikle aydınlanmayı değil o dönemde kaç evde elektrik olduğu ayrı mesele- temelde gaz lambasıyla aydınlanmayı sınırlayan bir karardı bu. Ampuller, lambaların cam aksamı maviye boyanırdı.
Vesika Ekmeği
Vesika Ekmeği diye bir kavram işte o günlerin eseri… Devlet herkes için bir gün yarım, bir gün çeyrek ekmek istihkakı belirlemişti. Ve alınması dağıtılan kuponlarla yapılırdı. Her gün ekmek karnesinin bir kuponu kesilir, fırıncıya verilirdi. Üstelik bugün tadını bildiğimiz ekmekten de söz etmiyoruz. Arpa ağırlıklı, buğday unu miktarı sınırlı, elenmeden üstün körü yoğurulduğu için, içinden taş, toprak, tahta parçacıkları ve pişmeyip topak halinde kalmış hamurun çıktığı tatsız tuzsuz bir şeydi 1940’ların ekmeği. İşgal günlerinden kalma francala kelimesiyle isimlendirilmiş Fransız ekmeği de vardı elbette ama Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Çankaya Köşkü’nde bunun yenilmesini yasaklamıştı.
Kızılay’ın aş ocağı kurup bedava sıcak yemek dağıttığı günlerden söz ediyorum. İnsanlar ellerinde teneke kaplarla yemek kuyruğuna girip saatlerce beklerdi. Şeker savaş öncesine kıyasla 30 kat pahalılaştığı için çayın kuru üzümle içildiği, uzun süre dayanması için ayakkabıların altına kabara denilen metal koruyucuların çakıldığı, izleri sonraki yıllarda da devam eden dönemdir bu. Örneğin savaş yıllarının etkisinin büyük ölçüde azaldığı 1948’de doğmuş olmama rağmen çocukluğumda hatta gençliğimde topuğuna ve burun kısmına demir çakılmamış ayakkabı giydiğimi hatırlamıyorum. Aynı şekilde bir yeri yırtılıp söküldüğünde ‘örücüye’ götürülüp onartılmamış elbise de. Kaldı ki elbise dediğimiz de yeni alınmış bir kumaştan değil, evdeki en yetişkin kişiden başlayıp yıllar içinde ters-yüz edilip yeniden dikile dikile en küçüğe kadar herkesin sırayla giydiği, arada boyaya yatırılarak rengi değiştirilen bir şeydi. Yamalı elbise giymenin doğal sayıldığı, aksinin istisna olduğu çok az kişinin palto giyebildiği yıllardı. Yoksullar çoğunluktaydı kuşkusuz, ama zengin insan var mıydı derseniz, pek yoktu. Gelire bağlı olmaksızın herkes aynı okula gider, aynı tür okul önlüğünü giyerdi.

Çerçeve

Atatürk’ün kayıp düştüğü balo
Cumhuriyet Türkiye’sini, 1920’lerin Ankara’sını iki kalemden okumak keyifli… İlki Falih Rıfkı Atay. Onun ‘Roman’ adlı az bilinen kitabı enfes tablolar sunar. Savaş zenginlerinin tiynetsizliklerinden örnekleri, devrimlerden rahatsız ama kendisini ayak uydurmaya mecbur hissedenlerin ikiyüzlülüklerini, Cumhuriyet’le ahlak standartlarının gevşediği düşüncesine inanan ve ava çıkan tipleri kanlı canlı okuyabilirsiniz. İkinci önereceğim yazar da Şevket Süreyya Aydemir. Onun da farklı eserlerinde dağınık halde yer alan film/fotoğraf intibaı veren anlatımları var.
Muhtemelen bu yıl 29 Ekim’in yıldönümünde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer balo değilse de bir davet verecek. 1960 ihtilaliyle birlikte balolar son buldu zaten.
Bilinmediğinden değil ama, bu vesileyle Şevket Süreyya’nın kaleminden Ankara’nın ilk balosunu yeniden okuyasınız istiyorum:
“İlk Balo Türkocağı’nda verilmiştir. O zaman Türkocağı Eski Ankara’da, Şengül Hamamı’nın yanında, eski bir Ermeni mektebi binasında bulunuyordu. Balo gecesi bu harap binanın salonunun duvar diplerine sandalyeler dizilmiştir. Herkesin sus pus sıralanıp oturduğu, sessiz, hareketsiz, hatta kadınsız bir mevlid toplantısı gibi geçer balo.
İlk balo fiyasko olunca Atatürk, ‘kadınlı bir balo’yu zorlar. Davetlileri bir tren vagonuna doldurup, şehrin dışındaki Orman Çiftliği’nin iki katlı istasyon binasına götürür. Ancak sadece üç konuk eşini getirmiştir: Yakup Kadri’nin, Falih Rıfkı’nın ve Ruşen Eşref’in hanımları. Gazi onların kompartımanına gelince, Leman Yakup Kadri hemen atılır:
– Paşam, bu inkılabın kurbanları yalnız biz miyiz? Hani Yaver Beylerin, Mebus Beylerin, Vekil Beylerin hanımları?
Balo salonunda da bazı sahneler geçer. Ortalıkta kadın görünsün diye, o zamanki Ankara’nın Fresko Barından getirilen birkaç artisti gören üç kadın konuk, salonu terk etmek isterler. Bunun üzerine misafir artistler hemen balodan uzaklaştırılır. Sıra dansa gelir. Gazi önce Şefika Falih Rıfkı’yı dansa kaldırır, onu Yakup Kadri, Saliha Ruşen Eşref’le takip eder. Fakat yerler sabunla acemice cilalandığı için ilk büyük kaza yaşanır: Gazi ile damının ayakları kayar ve üst üste yığılırlar. Onların üstüne de Yakup Kadri ile onun kolundaki Saliha Hanım devrilirler. Ertesi günkü gazeteler ‘Gazi’nin Çiftlik’te verdiği muhteşem balonun kadınlı erkekli çok seçkin ve kalabalık davetlilerce büyük neşe içinde geçtiğini’ duyurur.”
Süreyya Ağaoğlu da bu ilk baloya katılan birkaç Türk kadınından biri. Anılarında o günleri aktarırken yaşadığı heyecan ilk günkü kadar taze olarak yansır: “Büyük bir heyecanla hazırlanmış, yüzüme de pudra sürmüştüm. Girişteki aynada yüzümü görünce hiç beğenmeyip mendille sildim. O günlerde o küçücük bina bizim için saraydı sanki.”

Anılar

Mayıs 8, 2007

Çocukluğuma dair bir yılımın anılarıdır.Şinasi Şenel

(1970 li yılları)

Biz toplumsal olarak iki ay çok sıkı çalışıp, kışın dirliklerimizi temin ederiz. Geriye kalan aylarlarda günün akışına göre zamanımızı öldürmeyi pek de iyi başarırız. Ne bir tarla çapalamayı, nede bir bahçede sebze ekmeyi, asla aklımıza getirmeyiz. Bu bizimle özdeşleşmiştir, Bizde buna pek alışık ve memnunuzdur.

Memleketimizin soğuk kışlarından birini yaşıyorduk, yine günlerden bir gün, her taraf bembeyaz karlarla kaplıydı, tipinin esmesi karın boranın içinde kalınması, elbette bizleri kara, kara düşündürüyordu, çünkü zorunlu beslemekte olduğumuz hayvanlarımızın, yiyeceklerini temin etmek oldukça zordu. Cemrenin havaya, suya ve toprağa düşmesini dört gözle bekliyorduk.

Mart ayına da girmiştik. Nenenin dağda gıdıkları boğması, kayanın hesabı gibi süreçleri takip ediyorduk. Kaz ve tavukların yumurtlayıp yumurtaya pinin de oturması bir başka hayatı anlatıyordu. Yirmi bir gün sonra civcivlerin çıkmasını beklerken, yumurtaların bazıları çılğ bazıları ise civcivliydi. Civcivlerin cucul olması ineklerin dana koyunların kuzu doğurması bir geleceği simgeliyordu. Fakat henüz kış idi. Avrel ayı ise çok korkutucu bir aydır. Çünkü Avrel ayında ekinlerin çıkması, ot ve samanın durumu ise cabasıdır. O yaşlı büyüklerin, herkesin bildiği atasözünü, herkes övüne, övüne anlatır. Korkma Martın kışından, kork Avrel in beşinden, öküzü ayırır eşinden. Fakat kimsede hiç nedense tedbirini almazlardı, böylelikle bir kışı geride bırakmış olurduk. Bahar ayı da kendini iyice göstermeye başlamıştı Ekin hazırlıkları için, Kotanımız demir olduğu için hazırdı. Ama biz çift ile ekini ekmekle kararlıydık. Çünkü büyüklerimiz çift ile ekilen ekinin bereketi çok, mahsulü ise tok olur diye söylerdi. Çiftimizin okunu, maçası, kılıcı, enek i ve kotasını bakım onarımdan geçirdikten sonra, sıra kağnı arabamızı hazırlamaktı. Kağnı arabası geçen yılın yorgunluğuyla, bir daha hiç kullanılmayacakmış gibi düşünülerek altı ay, kışın içinde dışarıda karda tipide kalması. Ne bir şin ne bir buli ne bir diş nede bir yalama kalmamıştı. Kağnı arabamızı yapmak üzere oradan oraya koşardık. Diş için mökgem ağaç, maluğ için idare eder toruğ ağaç, buli için kavak ağaç, komşuları arar dururduk. Bir şekilde eksiklerimizi temin etmek için, zayıf atımıza binip. Dağları aşarak Şavşat tan mökgem ağaçlar getirmek içim giderdik. Dişlik ağaç bulur alırdık. Mazi için ödemeye, yaylada peynire söz verirdik. Dere tepe dinlemeyip biran önce köyümüze dönerdik. Artık ekini ekmeye arabamız hazır, çiftimiz hazırdır.

El becerisi olan tapan yapmak üzere, dere çayırlarında henüz filizlenmeye başlayan söğüt ağaçlarını keserdi. Torbasında bir kırık ekmek biraz peynir koyarlar. Oturur birde tütün sigarasını yakardı. Artık her şey hazırdır dercesine derin, derin çeker nefesini. Baharda azgın sularının dere yataklarını değiştirmesinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu çayır bizim çayırımız değildir düşüncesi kafamıza yer etmiştir. Söğütleri de keseriz yarları da bozarız. Deli kanlı ağabeylerimiz şosa da volta atıp gezerler. Bir taraftan top oynarlardı. Bir taraftan da bacalarda aşığı olan âşık oynardı. Aşığı olmayanda pelük veya çayırlarda mille oynarlardı. Hele pelük oynarken kazandığımız taşa birde enekeme teper der ve nahre atardık ya bütün güzellikler sanki bizim olurdu.

Ekine her şey hazır ama hottak yok ortada. Okuldaydık elbette, ekinin okuldan daha önemli olduğunu düşünen büyüklerimiz, bizleri hottak yapmak üzere okuldan alırlardı. Öküz ve camuşları nalbantçı Mevlüt ustaya şadıvana götürürdük, Mevlüt ustanın keyifi iyiyse sorun yoktu, keyfi kötüyse bütün hayvanları mığa düşürürdü. Sadıvana sağlam giden hayvanlar, köye dönüşümüzde köy önü çayırlarından gelirken sanki dans figürleri yapıyorlar gibi aksamaya başlardılar. Kor arabamıza sekiz kodluk telis çuvallarımızı, çiftimizi koyarak tarlaya gitmek için harekete geçerdik.

 Boyunduruğun samisi eksik sambağısı eksik. Böyük meşeden kesmiş olduğumuz cinav ağacını sami yapar keçilerin kıllarından ördüğümüz çatilerdende sambağı yapardık. Nihayet tarlanın başına gelmiştik. Bahar ayının güzelliği büsbütün sarmıştır her tarafı Kar sularıyla ıslanan topraklardan çıkan buharlar. Canlanan böcekler, dağlara yayılan sürülerse bir güzelliğin simgesiydi adeta.

Ekini ekip bitirmiştik, herkes bostanda kartopileri ekip bir taraftan da basmayı kesip tezekleri kalak yapıyorlardı. Kadınlar, kızlar ve çocuklar. Erdenekten atdol, yelmik ve kımi toplamaya giderler. Genç delikanlılar ise uzaktan uzağa dolaşır dururlar. Bunların hepsi de pek mutludurlar, pekte, ahenklidirler. O sırada eğri gölde istihsal olacağını söylediler. Kooperatif var mı yok mu hayal meyal hatırlıyorum. Birileri şu kadar çam, bu kadar siter yaparız derlerdi. Harıl, harıl öküz camuş ile çalışıp, yarı para alır yarı alamazlardı. Bu sendrom hep böyle geçerdi. Kadınlar ise, mal ve davarla uğraşırlardı. Sekizinci çocuğunun dişleri çıkmış diye hedük dağıtırlardı. Öte yandan bazı kadınlarda eh ana benim şu kadar oğlum var gibi şeyler söylerdiler ve övünürlerdi. Hâlbuki memleketimizin beş yılda onbeş milyon insan düşüncesinin Türk ekonomisini nedenli zarar verdiğini hesaplamaması ne kadar kötü bir şey bilinemezdi. Bir taraftan da zenneler Cecim örerlerdi. Artık cucullar ferik olmuş, hindilerse gulu, gulu şarkılarını söylüyorlardı.

Lodos rüzgârları yerini, meltemli rüzgârlara bırakmış, sam yelinden ise eser kalmamıştı. Her kes mutlu ve duyguludur. İşte bunun ismi ise bence, baharın insanların kanın kaynaması olmalıdır. Güneşin sıcaklığı tüm doğadaki canlıları canlandırarak, bitki örtüsü de iyice canlanmaya başlamıştır. Tabiatın güzelliği muhteşemdir. Büyükbaş hayvanların ağılda yatması, koyun sürülerinin dağlarda yatması. Buzağı ve kuzuların çevrede otlaması ne güzeldir bilemezsiniz. Bu serüven de insanın duygulanmaması elinde değil.

Güneşin kızgın kızıllığına özenen insanlar. Nedense ayın hep matemini düşünürler. Oysa ay ne kadar şeffaf değil mi. Bütün çiçekler, bitkiler güneşe yönlenerek. Kendilerini doğanın harikası haline getirirdi. Ay ise hep matemlidir. Halbuki aya özenen Gece sefa’sı çiçeği akşamları çiçeklerini açarlar. Tan’ın ağarışıyla, güneşe küsercesine çiçeklerini kapamaya başlarlar.

Bu çiçekler öylesine o yaratan tarafından tasarlanmıştır ki, gökyüzünün kararması bile etkiler. Bunlar karanlıklara özenen çiçektir. Bir sessizliğin müjdesini veren bu çiçekler. İnsanları duygulandırıp derincesine, farklı bir atmosfer yaşatırlar. Yaşamış olduğumuz bu kainatın güzelliklerini yaşamaksa elbette hakkımızdır. Bu mevsimde düğünler çok olurdu. Davul ve zurnanın sesi yüreklere huzur ve mutluluk verirdi. Gelinin başında al vala, atın üstüne binmesi, damat evine gelince attan inerken tabak’ı kırması ise hiç unutulmaz. Damat (yani enişte) bacadan paltonun arkasından kanfet atması, onun için bir geleneğin simgesidir. Düğünler tatlı olmasına tatlı olurlar ama ergişiler zenneler bir arada oynayamaz. Asayiş düzenleyen kişiler adeta bir kraldır sanki. Muhtarından almıştır emrini. İnsiyatif kullanmaksa asla yoktur. Dediğim dedik çaldığım düdüktür anlayışı hâkimdir. Gerekirse infaz babinde de kullanabilir. Elektrik olmadığından, gençlere löküs söndürmek, gaz lambasını söndürmek asayişi durduramazdı. Düğünün, ahengin anlamı da ergişiler için kalmazdı. Bahar ayı henüz bitmemiştir. Çayırlar koruk edilip tarlalarda yeşermeye başlamıştır. Bahar kargını dediğimiz sel ise yavaş, yavaş azalmaya başlamıştır. Gündönümü ne az kalmış yayla hazırlıkların da kıpırdamalar olmaya başlamıştı. Bir buram, bir yaşam halini ancak anlamaya başlamışızdır. İneklerin ve koyunların kuşluğa gelmesi, kuzuların akşam şivine çıkması da, ailenin çocuklarını ilgilendirir, çünkü kuzuların çobanları henüz yoktur. Buna da fiili olarak ailenin en küçük çocukları destek verecektir. Artık yayla vakti gelmiştir. Büyüklerimiz şeher den öteberi alarak gelirlerdi. Biraz parça, biraz urba, biraz gıda malzemeleri, gaz yağı, yedi veya beş numara lamba alırlar. Yaylamıza çıkmak için önce gidip bakarız. Uçmuş duvarları çamur ile yaparız. Yaylanın ağırlığını öküz arabasına koyarak, gece saat 04 oo sıralarında öküzleri arabaya koşarız. Gecenin soğuk oluşu titretircesine dondurur. Kor arabalarla diziliriz peş, peşe. Pireli çoç da dinlenir, araba düzünde nefes alır, uzun viraj da dayanır, sallıkta yolu yarı ederdik. Kor arabaya dayağı veririz. Mazi ve yalamaları sabunlayarak, uzun bir dinlenmeden sonra gökyüzü aydınlanmaya başlamıştır bile.

Oradaki atmosferi yaşamaksa bir harikadır. Güneş ufuktan doğmaya başlamış, gökyüzü demir renginden, bakır rengine dönmeye başlamıştır, bizde eski yaylaları geçip, tahta tarlalardan sazlığa ulaşmıştık. Yaylalara çıkıp evleri hazırlamaksa yorgunluğumuzu unutturmaya değerdi. Herkes bir birilerine seslenerek, işlerini bitirmenin moduna girmişti. Erken işini bitirenler elleri arkasında dolaşmaya başladılar bile. Şaka şamata alabildiğine devam ediyordu.

 Biz çocuklar ise morbet işleri yapıp, öküzleri otarmayı, su taşımayı yapıyorduk.

Gökyüzü yeryüzüyle adeta bütünleşmişti. Her tarafın kır çiçekleriyle kaplanması, yumak otun, altta, çalı otlarında yer, yer uzantılarıyla bütünleşmişti. O doğa harikası yaylalarımız da rakım tahmini olarak üç bin iki yüz. Deniz seviyesinden bu kadar yüksek bir dağda, almış olduğumuz oksijen, yaşamış olduğumuz hayatsa bir başka güzeldi.

Ertesi gün aynı serüven aynı rotayla yaylalarımızı çıkartmıştık. Sanki mahşerdeymişiz gibi insanların, hayvanların bir birine karışması farklı şeyleri anlatıyordu. İnek ve koyunların dağlara yayılışı, yoz malın kurrenin tepesinde otlayışı, ılğı atların koşuşu, çok hoş bir görüntüydü. Kuymak ve gevreğin yapılışı, hele birde sarı yağı pağaçanın ortasına koyup yediğimiz soğuk suyu içtiğimizi unutamam. Yavaş, yavaş kuşluk için sağın mal gelmeye başlamıştı. Biranda her tarafı sis basmıştı. Göz gözü görmüyordu ama hemen ortalık açıldı. Birkaç gün sonra her şey normale dönmüştü. Kimisi mantar düzüne, kimisi kurt kayalarına gezmeye başlamıştı. Kadınlar çeçil peynir, lor ile tuluma teperdi. Önünden atılmış ve çürük peyniri ise meyveye almaya hazırlamışlardı. Şavşat tan kiraz henüz gelmeye başlamıştı. Taze kiraz berabere, kurtlu kiraz ise ikili satılırdı. Biz çocuklar ise gurup halinde almış olduğumuz top ile futbol oynamaya başlardık. Fakat ekinde hottaklık, şivde kuzu çobanlığı, her yerde mor betlik rahat bırakmazdı. Kızlar çeşmeye giderdi. Çeşmede laf bol olduğundan kızlar sırasını küçük çocuklara verirdi. Bir ahenk bir mutluluk yaşanırdı. Hafta sonu Cuma pazarımız bülbülan yaylasındaydı.

Aylardan Temmuz ayıdır. Bülbül ana gitmek için atları, ılğı dan veya gece ağıldan tutarak alırdık. Bülbülan yaylasına gece yarısı çıkar, yaya dört saatte giderdik. Bülbülan yaylası muhteşem güzelliktedir. Hayvan Pazarının olduğu yer görmeye değer bir yerdir. Kâinatın güzelliklerini yaşamaksa buna demeliyiz. Sabahları dondurucu soğuk yerini sıcak bir havaya bırakmıştır, bizlerde paltolarımızı çıkarmaya başlamıştık. Hayvan alım satımı bitince pazardan ihtiyaçlar alınır etler kavrularak. Çağ şiş yenilerek, ancak kendimize gelmişizdir. Erzurum, Artvin, Kars ve birçok bölgeden gelen tüccarlar, pazarcılar hep ordadır. Ziraat zamanı başladı, örs ve çekiç hazır değil, bir baş koş nahyeye, demircide örs ve çekici yaptır. Tırpan hazır nat yoktur Elcek ise ziyaret deresinden getir, koştur babam koştur. Tırpanı kuracak koca köyde üç kişi vardır. Kendisine tütün sigarası ustaya’da birinci sigarası götürür. Ustamız tırpanı kurar. Haroslara girdik, çayırları biçmeye başladık. Çekirgelerin sesleri vızıkları sokması, boruların dağlaması. Birde şıratın üstümüze sinen kokusu elbet gitmez bu sinekler.

Büyük meşede durna gülünde bölgü yapılacaktır. Herkes ayrı, ayrı gurup halinde, eğri göl bayırdır, sallıelenk kıraçtır, peşonunun elengi otlu, yazılı taş Türkmenlerindir diye konuşurlardı. Kura çekimleri bu boş lafların hepsine radikal bir çözüm getirirdi, tüm herkesin sesi kesildi. Modugam olma planları başlamıştı, atı olan atıyla olmayansa tırpanı omuzlayarak biçmeye giderdiler. Ertesi günü bizde öküz arabasını hazırlamış, üstüne eğrilerini koymuş, alt ve yanlarına da beş adet sırık keserek kor arabamızı hazırlamış tık. Kor arabamızın yapımı merak ettim. Gözümle şahit oldum tek, tek saydım Toplam yirmi beş ağacı acımadan keserek kor arabamızın yapıldığını tespit ettim. Durna gölüne yığmaya gidecek tik. Dirgeni, tırmığı, biraz ekmek biraz peynir hazırlayarak, gece 03 00 gibi yola çıkmak için öküzleri boyunduruğa koşarak ho demeye başladık. Hesabımıza göre yolun kısası çançala yala düzü dana düzü, küfar yolu, satarın başı, ama yol yokuş ve yenişidi. Dere çayırı, muruyan, alabalık ise, düz yol ama uzun yol idi. Nihayet durna gölüne gelmiştik. O güzelim ormanın içinde herkes ekmek yiyip işe başladık. Büyüklerimiz orman içinde kenar köşelerde keğan ederlerdi. Zoğlar yaş olmasına rağmen pululları yapıp. Yığın haline getirmiştik. Bir taraftan da horozgözü, kulluk, çilek, meğsal ve kara üzüm tuplayıp yiyorduk. İyide bir kavlak ağacı kesip otun arasına sarmıştık. Yola çıkacağız ama Orman bakı memurları Bedel bakı ile Yakup bakı dere çayırlarında bekliyorlardı. Çaresiz gidecektik. Ziyaret deresi ve kapanların yolu bozuktu. Mahandisin bizi yakalamasının kaçışı da yoktu. Kor arabamızı koştuk, yükümüz çok ağır olduğundan mazilerin kırılması, şinin atması, dişlerin sıyırması, öküzlerin çekmemesi ise bir başka maceraydı. Aylardan Kağoz ayının başları gelmişti. Havalar soğukluğunu his ettirme ye başlamıştı. Yaylaların inmesinin habercisi olan kar çiçekleri çıkmıştı. Kar çiçeğinin, bizim oralar da çok önemli bir özelliği vardır. Bir gün kalktığınızda bakarsınız ki yaylaların her tarafı alabildiğine bembeyaz kar çiçeği ile bezenmiştir. Bu çiçekler bir gecede çıkar. Bunun anlamı da bizlerde, karın tipinin geldiğini söylüyor. Eğer yaylalardan inmezseniz, olacakları bilirsiniz. Çayırlar biçildi tarlalar biçildi sıra geldi harmana.Gemimizin dişlerini kara taşla yapıp, ara sıra da yoldan bulduğumuz eski öküz ve camuş nallarını da toplayıp bileyerek gemin altına çakarak hazır hale getirdik. Atı olan hamut ve parsunkalarını, öküzü olansa boyunduruk, kulan ve zincirini alarak harmana başladık.

Saman hazır çeten e.
            Amber bekler tahıla.
            Rüzgâr çıksa hayır a.
            İş biterse çayırda.

Ziraat işlerimiz nihayet bitti. Şimdi sıra kışlık odunumuzu hazırlamaktadır.

            Baltasını alana çıkar ormana.
            Kavlak çıra ras gelirse şansıma.
            Biraz dolaş biraz ara tabyada.
            Bulamadım inerim ben doruğa.

Diyerek bütün ormanları kırıp fidanları keser getirebildiğimiz kadar gözümüz dönmüş cesine odunları getirirdik. Sıra değirmene gelmişti. Kadınlar tahılları yıkar, erkekler odunları kırarlardı.

            Değirmenci taşı dişle.
            Su sardı unu işte.
            Peri durdur değirmenci usta.
            Gitti iki teneke kırmızı buğday işte.

Yarı şaka yarı ciddi konuşarak bazen de bağırarak nöbetlerini beklerdiler.

Okulumuz başlamıştı öğretmenlerimiz okulda ders verirdi eğitimimiz o şartlarda iyi olduğunu hatırlıyorum. Elektrikler yoktu gaz lambası veya löküsle aydınlatma yapılırdı. Gaz lambası olmasına rağmen kümeler halinde geceleri ders çalışırdık. Sınıflarımız soğuk olduğundan her sabah bir yarma odun herkes evinden koltuğumuzun altında okulumuza götürüp, hademe amcamıza teslim ederdik. Koç ayı yaklaşmış, kış hazırlıkları da bitmişti. Yerküresi iyice soğumaya başlamıştı. Kimsenin bile farkında olmadığı. Bir yaz, bir son bahar geride kalmıştı. Kara kışın ürkütücü soğuklarına girmedik ama zemheri ayı da kapıdaydı.29 EKİM Cumhuriyet bayramında çobanlar çobanlığı bırakırdı. Koçu katmak için koçumuzu elma, incir, püskül ve bazı şeylerle süsleyerek davara katardık. Hayvanlarımız ahırlara soğuk ve karın başlamasıyla girerdi. Hayvanlara alaf verip koyunların alaflarından çıkan kırçonlarıda ata vermeye başladık. Hayvanları çeşmede suya götürmek için karları yararak, buzları kırarak götürürdük. Suların buz tutması, kapıların önünün tipinin karla doldurması bizleri durduramazdı. Kazları kesip, kazların gaçını kuçunu yemeye başlardık. Kazları sırıklara dizerek kış boyu yemek için mereklerdeki koşatla, kaşın arasına asardık. Kadınlar kızlar halı örmeye başlamışlardı. Kar yağmaya başladı, her tarafı bembeyaz kardı. Pencereden karın yağmasını izliyordum, sayısızca yağan karlar, birbirine değmeden yağıyordu. Biranda tüm her şeyin kar ile kapandığı gördüm. Tüm yaşanılanlar bir an da unutulmuştu. Büyüklerimiz At ile kızakla odun satmak üzere aşağı köylere giderlerdi. Odun karşılığında para, veya tahıl alırlardı. Arkadaşlar ile birlikte okula giderdik. Okul dışında hayvanlara bakar ahırı siler malları kaşevi yapardık. Gizli gizlide kızak binip kayardık.

Böylesin e yaşanan bir hayatın içinde sonra. Tam otuz altı yıl geçti. Globalleşen yenidünya düzeninde ise, teknolojinin had safhada olması sebebiyle bu yaşadıklarımız bir hayal oldu.

Bunları geri getirmek gibi bir misonumuz asla olamaz. Yaşanılan güzellikler yaşandığında güzeldir. Sevgi ise kimsenin yok edemeyeceği kadar yücedir. Dostluk ise paylaştığın da sır saklamakla ve saygı ile özeldir.

Saygıdeğer dostlarım. Bu yazmış olduğum üslubumu, biraz mizah, biraz duygulu, biraz etkili, biraz hüzünlü birazda düşündürsün diye yazdım. Çünkü yeni nesil kökümüzü tam manasıyla bilmiyorlar. Belki nostalji ama gerçekten hepimizin yaşadığı şeyler. Geçmişimizdeki yaşadıklarımıza, geriye dönüp o pencereye tekrar bakmalıyız. Bakmalıyız ki kendi portremizi görelim. Tekrar bakıp görmek istediğimiz şeyleri görüyorsak, konuya vakıf olmuş oluruz. Eğer görmek istemiyorsak, akil insanlar bunları görür ve değer yargılarını zaten verir.

Şimdiyse böylesine yaşanan bireysel topluluğumuzun değer yargılarını bırakıp paylaşımcı bir toplum olalım. Özümüzdeki olan şeyler yüzümüzde olsun ki, Bir birimize güven duygumuz artsın. Birtakım ideallerimizi gerçekleştirmenin temelinde, gerçekçi olmamız gerekir diye düşünüyorum. Saati ters yöne çevirmenin mümkün olmayacağı hepimiz için malumdur. O halde bazı değerlerimizi yargılamayalım yargısız infaz etmeyelim. Sevgi ve sayıyla bütünleşelim.

SAYGILARIMLA
Şinasi Şenel.

Saygıdeğer okuyan dostlarımız aşağıdaki yöresel kelimeleri bilmeyen insanlar için Türkçe karşılıklarını yazdım, lütfen yanlış değerlendirmeyiniz.
Köyümüzde kullanılan şiveler.(Bu yazıda kullanılan şiveler)

Pin-Tavukların kuluçkaya oturduğu yuva (saman dolu sepet)
Çılğ-Tavukların kuluçkaya oturduğu boş çıkan yumurta (Çürümüş yumurta)
Cucul-Kaz ve Tavuk civcivi
Şin-Kağnı arabası tekerleğinin, çember demiri
Buli-Kağnı arabası tekerleğinin çıkmaması için ağaç dan yapılmış pim.
Mazi-Kağnı arabası tekerleklerin bağlandığı aks.
Maluğ-Kağnı arabasına kayışla boyunduruğun bağlanan( çıkmaması için ağaç aparat.
Ok-Çiftin boyunduruğa bağlanan aparatı.
Enek-Çiftin toprakta ekini sürme aparat.(toprağı yırtarak ekin ekmek)
Maça-Çiftin ok ile eneki son kısımdan bir birine bağlayan aparat, yön veren, (kumanda etmek)
Kılıç-Çiftin ok ile eneki orta kısımdan bir birine bağlayan ağaç aparat.
Kota-Çiftin el ile tutulan aparatı.
Toruğ-Fidan şeklindeki ağaçlar.
Avrel-Nisan ayı.
Şosa-Yol.
Pelük-El ile nişan alınan taş (taşlarla oynanan oyun).
Enekeme-Nişan almak.
Hottak-Sürülen çiftin önünde öküzlere yön veren kişi.
Sami-Boyunduruğun kenarlarından öküzleri bağlayan demir veya ağaç aparatı.
Sambağı-Boyunduruğun kenarlarından bağlanan demir veya ağaçların ipi.
Erdenek-Bir semt (Çatal köprü köyü).
Atdol-Yer elması.
Böyük-Büyük.
Çati-Kıldan örülmüş ip.
Yemlik-Pampara (insanların yedikleri ot).
Kımı-Yer elmasının toprak üstündeki otları (turşu suda olur).
Camuş-Manda.
Siter-Ağaçtan yapılan bir metre küplük istif.
Hedük-Buğdayın kaynatılmışı (haşlanmış).
Al vala-Kırmızı eşarp (başörtüsü).
Cecim-Keçi kılı ile örülen sergi örgüsü (kilim).
Löküs-Lüks (Gazyağı ile yanan lamba).
Şiv-İkindi ile akşam arası.
Çoç-Bataklık.
Morbet-Morvet. Her işe bakan (Ofis boy).
Kurre-Dağlarda bir semt (Bağdaşan ve Hasköy sınırı).
Bülbülan-Yalnız çam Bağdaşa köyü dağlarında alış veriş semti (yayla Pazar).
Ilğı-Baş ı boş atlar (Dağlarda boş arazilerde otlaması).
Haros-Ekilmemiş tarlaların biçim zamanı.
Vızık-Sivrisinek.
Şırat-Peynir ve yoğurtun suyu.
Elenk-Orman içinde açık düz çayır.
Durnagölü-Turna kuşu yaşayan yer. Ormanda çayırlar (bir semt).
Peşo-Eski atalardan birisinin ismi.
Türkmen-Orman da çayırlar (bir semt).
Zoğ-Tırpanla biçilen otun yerde kesilmiş halde kalması.
Pulul-Otların küçük yığınlar halinde olması.
Kavlak-Kesilmemiş kuru ağaç.
Mahandis-Mühendis (orman muhafaza memurlarının şefi).
Kağoz-Ağustos ayı.
Çeten-Samanın taşıdığı kağnı arabasının tahtalarla mini ambar şekli.
Alaf-Hayvanlara kışın ot vermek.
Kırçon-Koyunların yediği otun dan kalan kalın çalıları.

 http://www.ardahanychaskoy.com/pages/yaFEanan-anFDlarFDmFDz.DEinasi-DEenel.php

ŞİMDİ SARIKÜRKTE

Mayıs 8, 2007

ŞİMDİ SARIKÜRKTE 
BİR ÇOCUK OLSAM
Çocukluk günlerim geri gelseler.
Şimdi köyümde olsam.
Çıksam dağın başına,böğür yola ,
Pilit toplasam ,gömsem toprağa.
Çavdar kayasında keklik ,
Çora’da geleni kovalasam.

Arkadaşlarımla çakılarasından, bucaktan,
Hıyar yolsam.kavun çalsam,Ay ışığında
Yesem,yesem ,bir türlü doymasam,
Güllüsaydan   kuş yalaklarından
Su içsem ılık ılık  kanamasam.

Yosundan, berdiden ,sigara sarsam ,
İçsem acı acı.ne derdim kalırdı ne sancı.
Neşet haklıyla oruç yesek ,
İçsek küpten tüm ekmezleri.
Neşet Akkuşla döğüssek
Neşet beni kovalasa ,anam Neşedi
Kar doldursak kuyulara kesek kesek,
Ağustos güneşinde çeksek 
Yapsak ayranı  içsek içsek üşütsek

Hasibalanın yumurtalarını çalsam takadan,
Çerçiden kırık leblebi ,keçiboynuzu alsam .
Anam duysa ,.dövse dövse ağlasam .
Ne kıymeti varsa iki yumurtanın,
Düşünsem, düşünsem, bulamasam.
Anam sağ olsa da bir sorsam.

Hacı ağanın evin önünde aşık oynasam,
Kurşun döksem eneklere,
Ütülsem Ahmet Bulduk’a                         
Mızıkçılık yapsam ağlasam.

Giysem naylon ayakkabılarımı
Kaysam kış günleri Bitli gızın evin önünde
Günler yer değişse yaz günleriyle,
uzasa, uzasa, akşam olmasa
Ne olur sanki  değmez miyim ben buna?

Pempe halanın danaları kaybolsa,
Kurdağzı bağlasam ,danaları bulsa,
İki yumurta getirse hocalığıma,
Pişirse anam hekirle ,
Yesem yesem doymasam.

Kurdali cep takviminden
 hava durumunu okusa,
Sanki meteoroloji mübarek ,
Bir bir çıksa dedikleri.
Kocakarı soğuğunu,
Mart dokuzunu , Aprıl beşini
Yeniden öğrensem .
Kurdali ye imrensem.

Damda yatsam geceleri,
Uyuyakalsam yıldızları sayarken,
Rüyalar görsem.Aydede’ye bakarken
Uzatsam ellerimi,
Toplasam tüm yıldızları
Karanlık odalara doldursam
Her yer aydınlık olsa
Tüm gaz lambalarını kırsam.

Toplansa köylü sakallının
Gademinin odaya
Cenk kitapları okusa babam
Hz ali tüm kafirleri kırsa
Sevinsem sevinsem
Müslümanlığımla öğünsem.

Erkenden kalksa anamSağsa ineklerimizi
Sütlaş yapsaYesem doya doya
Yaksa tandırımızı Nar gibi lızarsa
Hilise vursa ,Kınık , yağlama  ,Bazlama yapsa,
Sıcak dağıtsa.Kokusu aşağı kuyudan  duyulsa

Kor kemal düdür düdür dese
Binse atına dörtnala sürse.
Peynirleriyle öğünse.
Bahçemize keçiler dolsa
Yıksa duvarı taşı
Delik deşik etse bütün damları
Babam sinirlense, bağırsa çağırsa  ,
Hiç kimse aldırmasa

Deli zarif,Deli Esma,Deli Hasibe
Çıksalar dama,döğüşseler eften püften yere.
Bağırsalar,çağırsalar,Bol bol stres atsalar.
Küsseler birbirlerine,Ertesi gün yine barışsalar.

Topal Hasan caminin önünde yatsa
Hacı Ahmet dayı erinmese, yorulmasa,
Eyyup sabrıyla,tüm sinekleri kırsa .
Köyüm tertemiz olsa

Gademmi ıprığa sütlaş doldursa ,
Kalksa erkenden iğdelide,
 Tömbellerde öküzleri doyursa .
Koşsa karasabanı ,öküzler kaçsa sağa sola
Kadı emmim kadıca laflar etse öküzlere :
 
Gasımın İrecep,Kimseye vermese tembelliği
Bol bol uyusa ,arada bir Arab’a kızsa.
Biçimli biçimli tütün sarsa,sarsa tüttürse
Zaten yoktu ya gitse
Bütün derdi kederi.

Bilal emmi tavşanları enlese
Büyüse tavşanlarErtesi yıl avlasa
Emine halam tavşanlı pilav yapsa
Tüm köylüye dağıtsa.
Arada birde ağzında kalan tek dişle
 Isırsa da ağlasam.

Düvenler sürülse harman yerinde
Malamalar yığılsa, öbek öbek,
Yabalarla savrulsa,çıksa buğdaylarımız
Eşeklerle değirmene gidilse
Gelinmese üç gün üç gece,
 Pırıl pırıl olsa gözler
Tatlı bir yorgunlukta,
Ekmeğin  kıymeti bilinse,
Şükredilse Allah’a

Göbeğime su dursa,
Köyün doktoru Nazende hala
Çömlek vursa,karnımı yaksa,
Acılarla kıvransam.
Ah yeniden çocuk olsam

Yusuf DOĞDU/ KAYSERİ

ERKENEK’TE BİR YILI YAŞAMAK

Mayıs 8, 2007


Tarih: 23.11.2006 Saat: 16:01
Konu: Erkenek Haber

Bu yazıyı okuduğunuzda kendinizden mutlaka birşeyler bulacaksınız.Erkenek kültürünü tüm yönleriyle yansıtan harika bir yazı….

ERKENEK’TE BİR YILI YAŞAMAK
Erkenek’te Ağdağ’ın ayazı ile Marsavı’nın dumanı birleşmeyi görsün bir kere.sanki damdıra çalar bütün ağaçlar.Her yer gelinliğini giyer taaa bahara gadar.Ayam artık bozulmuştur.İlkbaharda çocukların yağmurun altında “Çona çona çondurma Hacahmede gondurma.Teşt altında küfte var ondan bana hısta var.” Diye avaz avaz bağırmalarına gadar,gar gış hayatın bir parçası olurdu.

Böyle bir gış mevsiminin ramazana rastlaması bilöğüt hayatı daha da güzel yapardı.Zöhüre Oğul Hacı’nın “Kışlalar doldu bugün,doldu boşaldı bugün.” Türküsüyle mitillerimizden kalkar,dürme kömbesini,toyha şoğrasını yer tekrar uykuya dalardık.Ağşam ezenini örtmenin altında,ya da temeğin yanı başında yalbırdak olarak,bazen de gomşu çocuklarıyla birlikte dinlerdik.Oruç tutmamıza karşılık verilen ceviz ile kesmeceyi asbabımızın et goynunda gün boyu saklar,Sağır Ahmet’in ya da Diriç Goca’nın “Allahu Ekber” sesiyle kesmeceden biccik yiyerek orucumuzu hemen orada açardık.Ezenin bitmesini beklemeden hemen oradan sıvışır,bir fırtık verir,turudu gimi sümbülden iner,eve gopardık.Eviçerdeki takanın yanındaki uzun makadın üstüne oturur,surfaya gıyın gıyın bakardık.

Böyükler bizi horsunsa da bir yolunu bulup aşı, “iki gatlı dama bişirik atar gimi” sallamanın yollarını arardık.Gündüzün susuzluğunu gidermek için, inek tasını depemize diker, duncukana gadar şevret içerdik.Böyüklerin “Mideniz govaltak,içmeyin.” sözüne pek aldırış etmezdik.Baş yemeğimiz patdes yahnısı,kömbe,sarma bazen de dolma küftesi olurdu.Salata yerine manca puğez;datlı yerine bir çirtikli sehen tey yer Allahımıza şükrederdik.

Külfetin içinden bazılarımız hıstamıza düşen aşı çıkla yemeyi isterken,bazılarımız da aşın üstüne dürmeli patdes yahnısının cıvık yerinden birkaç çömçe goyup öyle yemeyi tercih ederdik.En çok zorumuza yemek yerken yekinmek gelirdi.

Eve govumlardan misafir,şendik gelse bizlere; “dısdıvrak” olun,misafirleri rahatsız etmeyin,konuştuk mu da “hüssene” derlerdi.Gelenler üşümesinler diye tüfedeki köseğiden düşen,çıngı çıkan közleri eğişe alıp mangala goyardık.Polat çakmağındaki gav yanmazsa,galiyanları köz ile yakmak da bizim görevimiz olurdu.

Gışın her taraf garla gaplı olduğu için dışarı çıkılmaz, odalarda oturulurdu.Odalarda “Kesikbaş,Hayber Galası,Ferhat ile Şirin,Kerem ile Aslı” okunurdu.Bizler de kendi aramızda heyket ederdik. “Heyket heyket hengir goz,biri gara biri boz.” derdik.Cevabını bilmeyen grubun elindeki tarla,köy,şehirleri bir bir alır,”Yer içer hottuya geçerdik.” Bazen heyketleri sorarken dağnaki güne hayaller gurarak uykuya dalar giderdik.

Garları gomşularla birlikte damdan kürümek oyun gimi gelirdi bizlere.Gar erimeyi görsün bir kere;süyükler tokaçlanıp,damlar kürünüp loğlanmadı mı,goşmalar bel verir,mertekler gırılırdı.”Gızılokun tarlaya su ıyımlanması gimi” bişiriklerden vırrık akardı.Çörtenin altından akan su,duvar diplerindeki arıklara gadar iner her taraf beyin olurdu.

Daştan ya da cıncıktan olan güllelerle oyun oynardık.Eneğimizi goz,mazı,düğme bazen de delikli paradan seçerdik.Böyüklüğüne göre eneklik diye değer verirdik.Ebe cül,ikinci cül arkası ve en sondaki de galak olurdu.Bunun için çok iğeşirdik.Gülleye çirtik ile vurduğumuzda,lığlanması için var gücümüzle hoplardık sığıllığın damında.Tengirseğine binip giden paraları erinip yorulmadan bir bir toplardık.Oyunda ciğerip cıllayanlara analık çizerdik.”Gıran giresiceler,ne var bu damda?” diye bir ses duyduk mu,hemencecik sıypıncaklardan sıypınıp,turudu gimi gaçardık.Bağıran yadırgı ya da moruk, onu da horsunmaktan geri galmazdık.

Düğünlerimiz de çok güzel olurdu.Sıpanın davetiyle başlayan düğün,hanlarda günlerce devam eder giderdi.Bayan elbisesi giyen erkekleri sıkıştırmak da işin başka bir güzelliğiydi.Düğünün son günü,Hacıağa soku döğerken,davulcu İbo da şaba çekerek para toplardı.Gelin evinden “Çebiş Çalmak” ise ayrı bir maharet isterdi.Gelin arkasında yengeleri ile birlikte gelirdi.

Baharın gelmesiyle birlikte tellikleri çıkarır,tombak dolaşmaya başlardık aralıklarda.Sokakta pip, pampos, çandı ;zibillikte serpeneyle kaygıç ya da sepetçik oynardık.Gıldırgıç kağnı gimi ses çıkarsın diye yuvasına kömür ile tereyağını sürerdik.Başımız dönse de gün boyu üzerinden inmek istemezdik.”Gannımızın gara suyu akana gadar” binerdik.

Garlara alaca düştü mü yazıda,Garanlıkdere’de bağlar dehre ile baran baran budanırdı.Gazma ve külbe ile topraklar eşilirdi seki seki.Çütçü mesesine daktı mı lobutu,satım ipiyle öküzleri,közlüvar ile oku boyunduruğu bağlar, sakıtıyla öküzlere dürte dürte, evlek evlek toprağı sürerdi.Eli boş gelmezdi çütçünün kırdan akşamları.Narpız, gazayağı ,çiriş, kenger ya da körmen getirirdi.Çocuklara teberiği ise telliğindeki nergiz, elağoz ya da çiğdem olurdu garibanın.

Ekerdi tohumunu arpanın.Yazın başak vermesini düşünürdü hem de buğdanın.Pur ve tram tarlada olgunlaşan cıylan buğda sapları,şelek ile toplanırdı.Bitevir harman edilirdi kösnü deliklerinin üstüne.İşte o zaman harmanlar yığılırdı hülyalara.Gemler dönerken günlerce saplar üstünde guşaklarımızda buğda biterdi.”Kara tren gelmez mola; ya da aşağıdan bir yel esti ırgaladı dallarımı.” söylenirdi dillerde.Galazlardan sular, tuluklardan ayran içilip pisik omacı yenirken gece yarıları,saplar dirgen ile toplanır,yaba ile verilirdi yele.Sarat ile ayrılırdı samandan kesleri.Gırat ile buğdaylar silme,başlı başlı,ölçek ölçek dartılırdı.Paylaşım adaletli olsun diye ibicik atlırdı saman yığınlarının hemi de üstüne.

Göçler tavlı goyunlar ile birlikte cılgıdan çıkar Göstene,Meliceğe,Billiğe.Gurtlar sürülere tebelleş oldu mu, çobanlar elcik vururdu goyunlara gece.Gıdık takarlardı guzuların boynuna,tıpkı gelinlik gız gimi olsun diye.Kölük olmayan goyunların gulağına geç vurulurdu tanımak için.Körüzler köse gonurdu biçareyi ezmesin diye.Çoban bir kere acıkmayı görsün;çalardı telemeyi tekeden.Keçesiyle yatardı kırda,purda,bayırda.Pendirler çığ üstünde şekil alırdı.Tereyağı eritilir keresi alınırdı.İğlerde ipler eğrilirdi döne döne.Tevniler kurulurdu çadır önlerine.Guskun,golan,türük,heybe dokurdu genç gızlar.Vıjjıkla düzeltirken ipleri, kirkitle sıkıştırılırdı ilmek ilmek düğümler.

“Kengerler haber verdi mi öldüğünü çobanın” hayat; Çamlıbel’de,Çağlağan’da,Çomuklu’da başlardı.Al al olurdu kehdoğullar,ezeziler,cüvekler.Çirtim çirtim goparılırdı asmadan üzümler.Gufalara,zembillere gonurdu.Meseredeki depinginin içinde üzümler depelenir,tekirgeler gaynar,bekmezler savrulurdu yele.Patdesler,darılar bişirilirdi közlerinde.

Goz başaklanırdı günlerce şeküllerin altında,ayağımıza çöğürler bata bata.Deyinin ancak çıkabildiği çirpeklere yeğli çocuklar çıkardı.Gozlar bir bir toplanırdı ölüme ferman okurcasına.Sonra toplanan gozlar çukur atmacın sermayesi olurdu.

Deyim yerindeyse “Guru fasilye yedi buçuk lira, hem oynasın hem gaynasın derken” yazıda vehlen tarla gimi olmuş toprakta, fasilye horumlarının arasında pençe pençe fasilye toplanırdı.Biraz cepler doldu mu bir kere; Betteş,Cemalettin ve Keçeci’de soluk alınırdı.İhtiyaçlar alındı mı tükandan tırıklar çekilir, evlere gadar sevinçle gidilirdi.”Gurt ulusundan gördüğünü işler.” der, bir yılı böyle bitirip,yeni bir yıla girmenin heyecanıyla mutlu bir şekilde yaşaaar giderdik…..

YAZAN:ABDURRAHMAN DEMİRCİ
KAYNAK:SALMAN TOPAL

www.erkenek.com

Atkaracalar

Mayıs 7, 2007

  ATKARACALAR DAKI BAZI UYGULAMALAR

 

 

Cumhuriyetin ilanindan sonra devletimizin savaslardan yeni çikmasi, devlet bütçesinin yetersizligi yüzünden halka birtakim agir vergiler getirilmek zorunlulugu hâsil olmustur. Halkta varini yogunu savaslara yardim için vermesi ve her evden bir iki tane askere gitmeleri ve sehit olarak geri dönmemeleri sonucu çalisacak adamin az olmasi dolayisiyla koyulan vergileri ödemekte zorlaniyorlardi. Getirilen vergilerin basinda YOL vergisi ve ASAR vergisi konulmustur.

YOLVERGISI: Devletin halktan yürüdügü yola karsilik aldigi vergidir.

ASAR VERGISI: Bu vergide halkin bir yil boyunca ektigi ekinlere karsilik devlete verilmesi gereken vergidir. Ilk uygulamaya girdigi zaman ÇÖP KESME usulüyle alinirdi. Çöp kesme: Ekilen ürüne karsilik devlete verilmesi gereken bir miktar para. Vatandasta para olmadigi için tahsilâtta müskülat çekiliyordu. Devlette para almada basarili olmayinca elde edilen tahilin bir kismini alarak karsiliyordu. Alinan ürünlerin basinda bugday, arpa, fig, kaplica ve burçak olarak alinirdi. Çöp kesme usulüne göre tarlada biçilen ekinler yigin veya yagalak yapilir, SAHNA denen devlet görevlileri gelerek bu yigindan bu kadar ekin çikar bunun yarisi devletin diyerek kayit altina alir. Ekinleri elde edildikten sonra yarisi devlete teslim edilirdi. Örnegin Sahna 50 ölçek yazmissa 25 ölçegi devlete verilirdi. Çöp kesme sisteminden sonra ASAR vergisi ÖSÜR sistemiyle toplanmaya basladi.

ÖSÜR SISTEMI: Bu sisteme göre Sahnalar bu kez tarlada degil harmanda savrulup tanelere ayrilan ÇEÇ adi verilen tahil yiginina ÖSÜR adi verilen damgalarla ekinleri damgalarlar. Tahil sahibi çeçe elini süremez, Sahna esliginde gelen tahil toplayicilar çeçi ortadan ikiye bölerek yarisin devlete yarisini da ev sahibine birakirlardi. Damgalari bozanlar agir cezalarla cezalanirdi..

 

1944 yilinda alay komutani SADIK ALDOGAN komutasinda bir askeri birligin Atkaracalar a gelerek bir süre ORTA HARMANDA konakladiklari Hoca mahallesinden geçen Sögütler içi deresinde çamasirlarini mahalle kadinlarina yikattiklarini ve bu yikama isine karsilik askerlerin mahalle de çamasir yikayan kadinlara SABUN verirlerdi. 1944 lerde sabun bulmak çok zordur.(Annem Miyase TEZCANOGLU anisi).

ATKARACALAR DA VUKU BULAN BAZI OLAYLAR

Kurtulus Savasinda Atkaracalar dan bazi kisilerin askeri çagrilari göz önünde bulundurmayarak askere gitmedikleri,savastan kaçarak daga çiktiklari söylenir.Bunlarin içerisinden ikisi HAMAZ ALI ve Esmanin Ogludur.Dagda bulunmalari süresince suç oranlari atmis,her yerde aranir duruma gelmislerdir.Aramalar yogunlasinca arkadaslariyla iddialasarak sehre inerek gezeceklerini söylerler.Gezersin-gezemezsin en sonunda Hamaz Ali ile Esmanin oglu biri kör olur digeri de onu gezdiren dilenci kiligina girerek sehre inerler,sehri gezerek daga geri gelirler.Bu ikili Ilipinar köyü arkasindaki inlere belirli bir miktar para ve altin sakladiklarini döndüklerinde yerini bulamadiklarini söylemisler.(Yaslilarin anlatimi).

Ahmet aga gilin GÖKAN dede (Ramazan aga) Öldügünde kefen bulamazlar. Bir eski yatak çarsafini kefen yaparak tabuta koyarlar. Bu kez de cenazeyi götürecek cemaat bulunmaz. Bir çit öküz arabasiyla mezarliga tasiyarak defnederler.

 

Hafiz oglu Fehmi Dede sonbaharda çift sürerken ikindi ezani okunur. Ben namazimi kilayim öküzlerde biraz dinlensin der ve namaza durur. Fehmi dede namazdayken tohumu tasidigi esegine bir kurt saldirir. Baslar esegi yemege. Fehmi Dede durumu görür ama selam vermeden namazi terk edemez. Kurtta esegi bir güzel yer.(Oglu Hüseyin Özdemir anlatimi)

Atkaracalar MollaOsman Mahallesinde oturan DELI GIZGIL diye bilinen sülalenin hanimlarindan biri bu gün izi bile kalmayan eski ERES Köyünden çira ile Hoslambar köyüne kina yakmaya gittiklerini söylerdi..Semsigilin dedesi olan SEMSI AHMET in hanimi Hoslambar köyünden Karacalara gelin geldigini söylerdi. (BEKIR ÖZDEN anisi)

Haymanada Tasli Tepede Yunanla savastim. Atkaracalardan silah arkadaslarim olan Küçükmehmetgilin Ali ELVAN, Kuloglugilden Süleyman yanimda sehit düstüler. Künyelerini aldim Atkaracalara gönderdim. Gediz ve Kütahya da Beylik Ahirina kadar geri çekildik. Sakarya nehrinden mandalari (Kömüs) duba yaparak karsiya geçtik. Savasi kazandik. Gebze ve Yarimca da Yunan maglup olunca oradan terhis oldum.(Hasangilin Hasan TEKIN anisi).

 

SER NAMAZI: Sogukoluk Yaylasi altinda ekili olan tarlalarin sabahin erken saatlerinde çobanin birisi sürüsünü salarak ekinleri davarlara yedirmeye baslar. O esnada tesadüf oradan geçen devrin mahalli idarecisi olayi görür. Bunu gören çoban hemen namaza durur. Sürüyü tarladan çikaran idareci çobanin basinda namazdan çikmasini bekler ama nafile. Çoban bir türlü namazdan çikmaz. Yarim saati geçmis olmasina ragmen yine namaza devam ede. Yöneticinin sabri tasat. Omuzlarindan tutarak Ögle degil Aksam degil sen ne namazi kiliyorsun der. Çobanda basini kaldirir SER namazi kiliyorum Ser namazi der.

Zamanin valisi belediyeyi ziyarete gelir .Dairede kasabanin sorunlari görüsüldükten sonra birazda kahveleri ziyaret edelim halkla sohbet edelim der.Belediye baskaniyla binadan çarsiya inerler.Kahvenin birinin önünde bes kisi oturup sohbet ediyorlardir.Vali yanlarina yaklasarak kendisini tanitir ve sohbetlerini dinlemek ister.Tabi o sirada kendilerini tanimak ister.Oturanlar kendilerini tanitmaya baslar.

Ben Gabukgilin BEKIR
Ben Kurt BEKIR.
Ben Kürt BEKIR
Ben Çürük BEKIR
Vali hemen besinci adini söylemeden söze karisir.
Sende mi Bekirsin ?
Besinci kiside hayir efendim ben karisik degil SADE BEKIRIM der.

Rahmetli Kadir Efendi ile Hava gilin Ömer öz çayirlarda ot biçme zamani çayir biçerken çayirlari birbirine sinir oldugu için sinirdaki otlari biçme konusunda anlasmazliga düserler. Ortaligi yatistiracak birilerinin de orada olmayisi yüzünden tartismani siddeti artar. Havagilin Ömer Öz tirpani kaptigi gibi Kadir Efendinin üzerine yürür.

(Ömer Öz’ün tirpanla üzerine geldigini gören Kadir Efendi Ömer agaya seslenerek

— Ömer Efendi sen ne yapiyorsun. Kendine gel
— Zira elindeki alet kesici bir alettir.
— Ya senin canini acitir yâda benim.
—Gel sorunumuzu aletle degil bileklerimizle halledelim der
Kadir efendi çok agir basli kasabanin seçkin kisilerinden biridir.)
(Rahmetli Ömer Öz komsumuz olup anilarindan çok faydalandim.)

Üsküdar iskelesinden Besiktas’a sefer yapan kayikçi hemserilerimizden Karamangilin Kara Mehme’in kayigina bir gün bir subay biner. Denizin tam ortasinda subay kayikçi hemserimize nerelisin diye sorar. O da cevap verir.

Karacalardanim
Babanin adi ne?
Kara Ahmet.
Annenin adi ne?
Kara Ayse.
Hangi mahalledesin?
Kiran Mahallesinden.
Kimlerdensin?
Karaman gil den.
Adin ne?
Kara Mehmet.
Be yavrum hep kara hep kara zift mi kesildin mübarek.

Hocagiz gillerden Nami diger topal BEKIR bir gün Asigin Kavagin dibinde,Küçükmehmetgilin Hüseyin’e (Müdür Hüseyin) gazete okurken agacin tepesindeki leylek asagiya üzerlerine pislemeye basliyor. Elinde okudugu Hocagiz gillerden nami diger Topal Bekir bir gün asigin kavagin gölgesinde gazete pisleniyor. Bu olaya sinirlenen ve koyu Demokrat Partili olan Topal Bekir leylege hitap ederek;Görülüyor ki sende Halk Partilisin. Bizi çekemedin. Fakat bizim ne demokrat kartallarimiz var Bir gün senin tacini tahtini yiktirmazsam bana da Bekir Okursoy demesinler diye leylekle kavga eder.(Atkaracalar Gazetesi )

 

Bir gün yine bizim köylü kayikçilardan Akçagilin Odabasinin kayigina bir Osmanli zabiti biner. Aralarinda söyle bir konusma geçer.

Hemserim sen askerlik yaptin mi?
Evet yaptim.
Nerede?
Asarin Kalede,Büklü Adada,Kepez Ovasinda ve Kumpinardan teskereyi aldim..
Osmanli zabiti sakalini sivazlayarak.,
Osmanli topraklarini hep gezdigimi zannediyordum ama daha bilmedigim bir sürü yer varmis.(Atkaracalar Gazetesi KADIR Ceceli)

 

Kirk sene camide müezzinlik yapan Mazingilin Ömer (Karacalar degimiyle müezzine mazin denir) bir gün ramazanda alaturka bir saat ile Aksam ezanini on bir buçukta okumus. Hemen çikmislar. Ne yaptin yahu daha ezana yarim saat var diyenlere zaten bu millete de iyilik yaramaz. Ramazanda ezani yarim saat önce okudum yine yaranamadim.(Atkaracalar Gazetesi Kadir Ceceli)

ABBAS DEDE den: Abbas dede Belediye baskanligi yapan Ali AKÇAOGLU nun babasidir. Dede yemeyi içmeyi çok sever. Bogazina çok düskündür. Hosislamlarda duman tütse oraya üsenmeden giderek yemek ister. Abbas Dede yaslanir kuvvetten düser: Evden çikamaz hale gelir. Evde saçi sakali uzar. Tiras vakti gelir. Kasabanin berberlerinden Berber Mehmet’in oglu Mesut ULUSOY dedeyi tiras etmeye gider. Yaninda arkadas olarak dayiogullari Hüseyin Bayraktar ve Ferhat Bayraktar’i götürür. Berber hem tiras eder, hem de yanindaki gençleri Abbas Dedeyle tanistirir.

Dedeye derki dede bu benim dayimin oglu senin komsun. Bir evin bir oglu oldugu için annesi her istedigini yapiyor. Dede hemen “ yemek olarak ne yaptirir “ diye sorar. Ferhat hemen atilir. Dede bizim evde tavuk kesildi, baklavada pisirildi. Annem çesitli yemeklerde yapiyordu, zannediyorum bamyada vardi. Dedenin agzi sulanmaya baslar.

O arada berber dedeye derki; Dede yakin komsun. Bunlarin hepsini yiyemez. Yarin bunlarin yarisini atarlar. Birazda suradaki yasli Abbas Dedeye götürelim diye düsünmez ki. Öteki dayioglu Hüseyin’de berberi destekler. Abbas Dede iyice dolmustur. Tirasta tam yaridadir. Abbas Dede dayanamaz Sizi esek oglu esekler deyip yanindaki bastonuyla üçünü de merdivenden asagi kovalar.

Kasabamizdan rahmetli Göcen Sakir diye bilinen hemserimizin kümesine bir tiki dadanir. Tilkiyi kovalamaya gelen köpeklerde oradan ayrilmaz hep tavuklarini yerler. Hayvanlarina zarar verirler. Göcen SAKIR de asagidaki AGITI yazar.

Sava gasinin tepesi doruk.
Tilki civcivleri yedi çabuk, çabuk.
Tilki seni asturun.
Kara kanlar gusturun.

O bir yumurtadan çikar.
Ben yine gürük basturun.
Sava gasina yaptirdim,
Sepetten dünek.

Civcivleri yedi bu kez kara köpek.
Hadi bi da gelinde görek.
Göcen Sakirde var,
Mangal gibi Yürek,

Bu agiti kahvede çalisirken kendisinden dinledim. (Yadigar Tezcanoglu.)

             Saban Demiri Saklama

       İlçemizde  traktör gelmeden önce çift  hayvan güçünden yararlanarak sürülürdü. İşte Sabanla çift sürüldüğü dönemlerde tarlalar sürülür ve aktarma (nadas) edilirdi. Tarlalar  sürülürken    çiftsürülen sabanın toprağı işleyen uç kısmına özel olarak yapılmış SABAN DEMİRİ ismi verilen bir  parça  takılırdı. İşte bu dönemde tarlasını sürmeye giden bir hemşerimiz,o gün akşama kadar tarlasını sürer , tarla bitmez.Sabanla boyunduruğu tekrar eve götürmek istemez.Tarlaya bırakır. 

     O dönemdede bir hırsız saban demirlerini çalmaya başlar.Hemşerimizin aklına saban demirini saklamak gelir. Saban demirini saklayacağı yeri düşünmeye başlar.Tam o sırada gökyüzünde beyaz bir bulut vardır.Tamam buldum der. O beyaz bulutun altını hizalar.Tam altına saban demirini saklar. Ertesi gün sabah tarlaya gelir.Öküzleri sabana koşar. Demiri sakladığı aklına gelir.Kafasını yukarı gök yüzüne çevirif beyaz bulutu aramaya başlar.Tabii ne bulutu nede işaret vardır.Hırsızdan korumak isterken keskin zekası yüzünden saban demirini kaybeder.

http://www.atkaracalarim.com/Sayfa_Modul.asp?nedir=sayfa&id=41